Her mektup, gönül dünyasının sultanları olan dostlarla yaşanmış hatıraları, sinema şeridi misali gözlerimin önünden geçirdi. Şunu farkettim ki; acısıyla tatlısıyla, dostluğun sefası da güzel, cefası da güzel. Ömürden edindiğim en büyük sermayeden biri dostluk ve dostlar imiş. Hayat, dostlarla güzeldir. Dostlarsız bir hayat ölü, dostlarsız bir gönül zindandır.
Dostların olduğu mekan, ne kadar dar olsa da geniştir. Dostların olmadığı mekan ise, ne kadar geniş olsa da dardır. Gönül de mekan gibidir, dostların hatıraları ve muhabbetiyle dolu bir gönül geniştir ve huzurludur. Dostların muhabbetinden yoksun bir gönül dardır ve bunalımlıdır. Çağımız insanlarının ruhi bunalımlarının en önemli sebeplerinden bir tanesi de gönül muhabbetlerinden mahrum oluşlarıdır.
Samimi dostlukların azaldığı bir zamanda yaşıyoruz. Akraba, komşu, dost ilişkilerinin zayıfladığı ve hayatın ferdileştiği bir devirdeyiz. Oysa insan, fıtraten dostlara muhtaçtır. Dosta ihtiyacı olmayan hiç kimse yoktur. Hatta mutlak mustağni (ihtiyaçsız) olan Allah Tealâ bile, herhalde dost edinmenin değerini göstermek ve onları yüceltmek için, insanlar arasından dostlar edinmiş: “Ve Allah, İbrahim`i dost edindi.” (Nisa / 125) Böylece bir Müslümanın dostlarının da yüce karakterli şahsiyetler olması gerektiğini göstermiş oluyor. Dostluklar Allah için olmalı. Allah için olan dostluklar uhrevidir; başlangıçları dünya olsa da devamı ve bekası ahirettir.
Uhrevi olan dostluklar, ahirette de fayda verir ve devam eder. Dünyevi dostluklar ise, kabir kapısına kadardır ve ötesinde ne kadar candan yaşanmış olsa da düşmanlığa dönüşür. “O gün dostlar (bile) birbirlerine düşmandırlar, ancak takva sahipleri müstesna.” (Zuhruf / 67)
İnsanın dünyada yaşadığı en büyük nimetlerden biridir, dostluk muhabbeti. Gönül, bu muhabbeti içerek mest olur. En güzel muhabbetlerden biri de yıllar sonra dostlarla bir araya gelip hatıraları yâd etmektir. Bu yüzdendir ki dünyadaki her türlü nimetin en a`lası cennette olduğu gibi, dostlarla hatıraları yâd etme zevkinin de en a`lası cennettedir. Cennet ehli yükseltilmiş divanlara kurulur, muhabbet eder ve dünya hatıralarını yâd ederler. Dünyada iken kalbin, dostlara ve muhabbetlerine doymamasının bir sırrı da insan fıtratına yerleştirilmiş olan bu ebedi dostluk muhabbeti isteği ve arayışıdır.
Dost kazanmanın yolu, gönül ehli olmaktır. Sevgi ile dolu bir gönül, dost kazanır. Ama nefis merkezli yaşayan bir insan, en yakın dostlarını kaybeder. Akrabalık dahi, gönülden gönüle sevgi ile ayakta kalır. Bu yüzden denilmiştir ki “Akrabalık sevgiye muhtaçtır, sevgi ise akrabalığa muhtaç değildir.” Sevgi, uzağı yakın eder, sevgisizlik ise, en yakını uzak eder.
Sevgi, ülfet ve hıffet ile kaimdir. Etraflarına zorluk ve ağırlık olan şahıslar, kendilerine beslenen sevgiyi öldürürler. İnsanları kendisine mecbur gören bir ağırlığın sevgisi devam edemez. Eskiler bunu şu şekilde ifade etmişlerdir: “Külfeti olmayanın ülfeti; etrafına ağırlığı olmayanın sevgisi devam eder.”
Cafer-i Sadık da bunu şu şekilde dile getiriyor: “Benim arkadaşlarımın en ağırı ve çekilmez olanı, bana karşı bir takım zorluklara girişiyor ve ben de ondan çekiniyor, resmiyete bürünüyorum. Arkadaşlarmın kalbimin üzerinde en hafif olanı o kimsedir onunla beraber, sanki tek başımaymışım gibi oluyorum.”
Elbetteki dostluklarda kusurlar olur. Kaldı ki, kusursuz dost arayan, dostsuz kalır. Dostun nazı, sürç-i lisanı, gönül kırması, dostlarca hoş karşılanması gerektiği gibi, dostlardan özür dileyip, helallik istemek de gönül almak ve onarmak için şarttır.
Farkındayım, Hayat içerisinde bazı dostların gönüllerini kırdık. Bir kısmına telefonla ulaşmaya çalıştımsa da ulaşamamıştım. Belki ulaşamadıklarım da bu satırları okuyordur. Toptan bir şekilde; halet-i ruhiyetin darlığından, şuursuzluktan, nefisten ve kabalıktan kaynaklı, gönlünü kırdığım kim varsa kendisinden özür diliyorum. Hakkınızı helal edin. İnanınız ki, haklı-haksız kırdığım her gönlün acısından daha fazla acıyı yüreğimde taşıyorum. Her daim onlara dua ediyorum.
Ebedi dostluklar yaşama duası ile…