Soma`da bir facia yaşandı ve 301 insanımızı kaybettik.

İnşaallah, bin nasihatten evla böyle bir musibetten gerekli dersler çıkarılır da bu tür acılar tekrar yaşanmaz.

Kazalar elbette olacaktır ama gerekli tedbirler alınır ve gelişen teknolojiden faydalanılırsa ölüm oranları da elbette asgariye inecektir.

Böyle bir facianın ortak insani acısında dahi bütün toplum olarak ortaklaşamadık. İdeolojik siyasal hastalıklar yine tedavüle sokuldu. Olay olur olmaz, burdan bir tür Gezi provakasyonu ve eylem süreci çıkarabilir miyiz diye harekete geçenler oldu.

Musibetin, büyük sabır gerektiren şedid vurucu ilk sadmesini isyana dönüştürmek istediler. Toplumun isyan damarlarına uyduruk yalan haberler enjekte ederek toplumu tahrik etmeye çalıştılar. Bugüne kadar işçinin açlığını, sefaletini dert edinmemiş olanlar, hatta bu ülkenin işçilerini sömürüp sefalete sürükleyenler ve onların çocuklarını, işçilerin acısını siyasal bir malzeme olarak kullandılar. Bütün bunlar insanlık adına bir faciaydı.

Tabi bir de artık her olayda olduğu gibi bu olayda da iktidar karşıtlarının insanlık dışı saldırılarına karşılık, iktidar cenahının insanlık dışı savunmaları ki yer yer bu savunmalar saldırıya da dönüştü...

Başbakanın Soma ziyareti esnasında kendisini protesto eden gruptan bir gence attığı iddia edilen tokat yalan olsa da müşavirinin tekmesi, yerdeki vatandaşa devlet adına inen bir tekmeydi. Diyeceksiniz ki, ‘`Bu sıradan bir vatandaş değil, devlet adamının arabasını tekmeleyen bir vatandaş.`` Doğru, ama 301 insanın acısının felaketini yaşamış, belki babasını veya bir yakınını kaybetmiş vatandaş da olabilir bu. Üstelik de iki güvenlik görevlisi tarafından yerde etkisizleştirilmiş bir vatandaş. Devlet adına orada olanlar sabırlı olmalıydı, velev ki art niyetli tahrik ediciler ve tahrikler söz konusu olsa da. Yaşanan acı ve de devletin de ihmal ve sorumluluğu göz önünde bulundurulmalı, sabır ve şefkatle tepkiler sineye çekilmeliydi.

Doğru, iktidarı yıkmak isteyenler var. Ama siz her tepkiyi bu refleksle okur ve karşılarsanız sapla samanı, doğru ile yanlışı, zalim ile mazlumu birbirine karıştırırsınız. Sonra da devlet gücünü kullanıp yerdeki vatandaşı tekmeleyen bir zalime dönüşürsünüz. Aslında bu olay üzerinde belki bu kadar durmayacaktım ama üzerinden kaç gün geçti, ne bir özür, ne bir istifa ne de bir görevden alma...

En azından hükümet sözcüsü Bülent Arınç açıklama yaparken, “Böyle bir manzarayı halkımıza yaşattığımız için özür dileriz.” erdemliliğinde bulunmalıydı. Olayın kabulü var ama özür ve görevden alma yok. Bu İslami de değil, insani de değil.

Şer odakların hedefinde olmak ve bunlarla mücadele ediyor olmak haklılığı, iktidar kibrine dönüşmemeli. Şer odaklara karşı iktidar savunusuna gidenler de yanlışları ve haksızlıkları savunma ve örtbas yoluna gitmemeli. Birileri iktidarı hedef alıyor ve yaşananları siyasi malzemeye dönüştürüyor diye zamanında söylenmeyen şeyler, gösterilmeyen tepkiler zamanı geçtikten sonra ya manasını yitiriyor ya da hatalar ve yanlışlıklar uyku modunun karanlık perdesi altına yatırılıyor, toplum uyutuluyor. Bu şekilde iktidar çevresi gittikçe zulme bulaşıyor, haramzadeye dönüşüyor ve idare yozlaşıyor. Paralelinde toplum da yozlaşıyor. Bu da Soma gibi musibetlerden daha büyük manevi musibetlere sebebiyet veriyor.

Asıl musibet; dinde, ahlakta ve insanlıkta yaşanan musibettir. Maddi/dünyevi musibetler geçicidir, lokaldir. Dini, ahlaki musibetler ise ebedi ve geneldir.

Resulullah`ın (S.A.V) dualarından biri de “Allahım! Musibetimi dinimde kılma.” şeklindedir.

Bugün genel olarak Müslümanlar dinde ve genel olarak toplum ise ahlakta, insanlıkta musibet yaşıyor. Soma faciasının 700 küsür musibetzedesini kurtarmak için Taner Yıldız, 2600 kişi ile seferber olduklarını söyledi. Dinde, ahlakta ve insanlıkta musibet yaşayan 70 milyon ve 7 milyar insanı kurtarmak için kaç kişi ile nasıl bir seferberliğe ihtiyaç olduğu anlaşılıyor herhalde. Durum vahim! Ortada bir vahamet yok diyorsanız, bu da ayrı bir musibet.

Bu arada konu açılmışken, facia boyunca alanda olup, musibeti hafifletmeye ve insanların acısını dindirmek için çalışan, en sonunda da Meclis kürsüsünden “Eğer bir afet doğal afet değilse orada bir kusur vardır”açıklaması ile vakayı özetleyen Taner Yıldız`a teşekkür etmek de insanlığın gereği.

Şimdi sıra işçinin emeğini sömürüp, çocukları babasız, eşleri kocasız, babaları evlatsız bırakan kusur sahiplerinden hesap sormada ve gerekli tedbirleri almada. Yani sıra adalette!