Yeni Şafak`tan İbrahim Karagül, Çarşamba günü “Türkiye`yi bir kez daha Anadolu`ya hapsetmek” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Osmanlı`dan sonra ilk kez kaynaşma, birleşme, kavuşmaya yönelik Türkiye merkezli adımlar atıldığına değinmiş. Ne olduysa bundan sonra olduğunu ifade eden Karagül; Arap Baharı, Suriye ve Mısır ile yaşanan süreci tamamen Türkiye`yi tekrardan Anadolu`ya hapsetmeye yönelik gelişmeler olarak okuyor. “Arap Baharı`nın da, Suriye savaşının da, Mısır`daki darbenin de Türkiye`nin önünü kapatıyor oluşunun bir hikmeti yok mu sizce?” şeklinde sorup bölgedeki gelişmeleri anlamak için sadece Türkiye`ye bakmanın yeterli olacağını söyleyerek sorusuna şu cevabı veriyor:
“Bence var. Çok büyük bir oyunla karşı karşıyayız. Bu oyunu, oralara bakmadan, sadece Türkiye`ye bakarak bile görebiliyoruz artık.”

Evet, Türkiye`nin Osmanlı dönemine yönelik hedefleri var ve bu da bölgede çıkarları olan uluslararası aktörleri rahatsız ediyor. Ak Parti ile birlikte güçlenen bir Türkiye`den rahatsız oldukları da bir gerçek. Tüm bunlara rağmen Arap Baharı ile başlayan, Suriye iç savaşı ile devam eden ve Mısır`daki darbe ile şekillendirilmek istenen süreci Türkiye üzerinden okumak, resmi küçültmektir; büyük resmi görmemektir.

Bir kere olaylar ve gelişmeler sosyolojik bir tahlile tabi tutulursa Arap Baharı`nın başlangıcı ile Suriye ve Mısır`daki gelişmelerin dinamiklari ve aktörleri arasında çok ciddi farklılıklar görülecektir. Bu farklılıkları da bir tarafa bırakalım. Eğer süreç bir yerler ve bir şeyler üzerinden okunacaksa bu kesinlikle ilk etapta Türkiye olamaz. Çünkü Batı`nın egemenliği, hedefleri ve çıkarları için Türkiye`den daha tehlikeli gördüğü ülkeler ve Osmancılıktan daha tehlikeli gördüğü gerçekler var. Batı, İran ve Mısır`ı Türkiye`den, İslam`ı da Osmancılık`tan daha tehlikeli görüyor. Gelişmelerin üzerinden okunacağı bir ülke varsa bu öncelikli olarak İran ve Mısır; ve Batı`nın korktuğu bir tehlike varsa bu da öncelikli olarak İslam`dır. Birkaç yıl önceye kadar hepimiz biliyorduk ki ABD ve israil öncülüğündeki Batı`nın hedefinde İran vardı. Afganistan`ı işgali, Irak`a müdahalesi, Suriye`yi hedefe oturtması hep İran`ı çembere almak, HAMAS ve Hizbullah gibi direniş gruplarının can damarlarını kesmek içindi. Suriye`de bir diktatörün varlığı ve halkına yönelik yaptığı katliamlar Batı`nın bu kadim amacını, hesabını ve buna yönelik pratiklerini görmemeyi gerektirmiyor. (Biz bunu söylerken birileri hemen bizi İrancılıkla suçluyor. Şunu ifade etmekte fayda var: Suriye`ye yönelik politikamız, hak gördüğümüz çerçevede kendimize özgü bağımsız bir politikadır. Samimi olan, baştan beri yapılan açıklamalara baksın. Biz baştan beri her defasında Esed zalimdir, gitmeli diyoruz. İran ise Esed`in arkasındayız kalmalı, diyor. Bu nasıl bir İrancılık`tır! Bize göre Suriye, iki yönü olan bir meseledir: Farklı boyutları olsa da kendi içinde zalim-mazlum, bölgesel olarak da israil-ABD ve karşıtları meselesidir. Bu yüzden Suriye ile Mısır politikamızı kıyas edenler yanılıyor. Mısır`ın darbe ile gün yüzüne çıkan arka boyutunu görenler, Suriye`de aynı yüzün arka boyutunu göremiyorlar malesef. -Ben burada mazlumlara sahip çıkan ve Allah için cihat eden Suriye`deki direnişçileri tenzih ederim. Hepsini aynı kefeye koymaktan Allah`a sığınırım- En basitinden, Suudi ve körfez ülkeleri Mısır`daki diktatörü destekleyip darbe yaptırırken Suriye`deki diktatörü devirmek için bir fiil savaşın içinde yer alıyorlar. Sahi Batı ve Suudi niye bunu yapıyor? Diktatörse ikisi de diktatör, İslam`a düşmanlıksa hem Sisi hem de Esed ikisi de İslam`a düşman. Ama Sisi desteklenirken Esed devrilmeye çalışılıyor. Bu muammanın düğüm noktasıisrail`dir. Çünkü bölgede politikalar israil üzerinden belirleniyor.)

Ülkeler açısından Mısır bile Türkiye`den daha öncelikli sahadır Batı için. Hepimiz biliyoruz ki Amerika bölgedeki savaşı siyonist israil`e vekaleten yürütüyor. İsrail ve batı için Mısır`ı kaybetmek, Türkiye`yi kaybetmekten daha tehlikelidir. Gazze`ye komşuluğu, bölgesel İslami hareketleri direkt ve dünya üzerindeki İslami hareketleri dolaylı olarak şaha kaldıracak İhvan-ı Müslimin faktörü, sahip olduğu enerji kaynakları (ki herkesçe bilinen bir gerçeklik olarak bugünkü Batı`nın politika, plan ve savaşlarının çoğunlukla enerji kaynaklı oluşu), jeostratejik konumu Mısır`ı Batı açısından Türkiye`den daha önemli kılıyor. Bu sebeple Erdoğan öncülüğündeki Türkiye`ye darbe yapmadılar ama Mursi öncülüğündeki Mısır`a bütün tepkileri ve sokak gösterilerini göze alarak darbe yaptılar. Ak Parti iktidarının ilk yıllarında isteselerdi çok daha rahat darbe yapabilirlerdi ve Mısır`da olduğu gibi milyonlar o günün Türkiye`sinde günlerce sokaklarda da yatıp kalkmazdı. Planlar, uygulamalar ve gelişmeler her yönüyle Batı`nın Türkiye`yi İran ve Mısır kadar tehlikeli ve öncelikli görmediğini gösteriyor. Kaldı ki bugüne kadar Batı, Türkiye`ye pek çok şeyi de yaptırmakta zorlanmamış, istediği yere füze savunma sistemi ile radar sistemi kurmuş, terörün finansını önleme adı altında isteği kanunları Türkiye`ye çıkarttırmış, İran`ın devlet bütçelerini bulan milyarlarca dolar parasını Türkiye bankalarında bloke ettirmiş.

Nihayetinde Türkiye bir NATO ülkesi. Batı, Türkiye`yi kurduğu uluslararası mekanizma çarkının bir dişlisi olarak görüyor. Kumanda merkezine kendisinin oturduğu bu çarkta Batı, bazı konularda zıtlaşsalar da çoğu zaman Türkiye`ye bir dişli vazifesi gördüyor.

Hak üzere olmak duası ile...