Rüyalarla amel edilmez ama rüyalar bazen yaşananların ve yaşanacakların habercisi ve tefsiridir.

Bazı rüyalar vardır çok anlamlıdır. Rahmani olduğu açıktır.

Rüyalar, hakkın ve hakka tabi olmanın ölçüsü ve delili değildir.

Hakkın ve hakka tabi olmanın ölçüsü, Kur’an ve sünnettir. Ancak bazı rüyaların Rahman’dan, kullarına uyarı ve müjde içerdiği de inkar edilemez.

Bugünlerde garip rüyalar görüyorum. Özellikle bir tanesinin benzerini daha önce de görmüştüm.     

Ömrümde iki defa gördüm bu tür bir rüyayı.

İlkinde Malatya Cezaevi’nde idim. 28 Şubat sonrası cadı avına çıkmış askeri rejimin hışmına uğrayan Müslümanlar olarak, 30-40 kişi bir koğuşta kalıyoruz.

Tabi, çoğu Müslüman kardeşimizde, o dönemin kasvetli, ümitsiz, kırgın, kızgın, şüpheci ve mesafeli havası var.

Zor olsa da merhamet, şefkat, nasihat, Kur’an, sünnet ve İslam tarihinden örneklerle, elhamdülillah kalplere ve akıllara dokunmaya başladık. Ve elhamdülillah kardeşliğe dayalı güzel İslami bir ortamımız oluştu.

İslami dersler, programlar, futbol, voleybol, esprili diyaloglar, Arapça’ya yoğunlaşma, Kur’an ezberleri, bol bol kitap okumalar, oruçlar, gece namazları ve nihayetinde dışarıya yazılan davet ve nasihat mektupları...

Mükemmel bir İslam kardeşliği ve huzur ortamı...

Yani anlayacağınız cezaevi bir anda gülistana, Medrese-i Yusufiye’ye dönüştü. Öyle ki, cezaevini sevmeye başladık.

Bazılarına garip gelecek; ama bu yönlerinden ve bana kazandırdıklarından dolayı, ben hala en değerli ve en mutlu yıllarımı, o yıllarım olarak özlemle yad ederim. Hatta üstadım Said Nursi gibi, “dışarıda geçirdiğim 40 yılımı verseler cezaevinde geçirdiğim dört yılımı vermem” diyecek kadar. 

Tabi, cezaevi hep böyle olmadı. Bazen şiddetli imtihanlar ve fitneler de yaşadık. Ve bu fitnelerde sarsıldık.

Cezaevinde güzel bir ortam oluşmuşken, kaldığımız koğuşa başka şehirden, uzun bir süre adli mahkumların içinde kalmış bir grup Müslüman getirildi.

Bu Müslümanlar, o günlerin sert zulüm ve kara propagandasından etkilenmiş olmalarının dışında, uzun süre kaldıkları adli mahkumların ortamından olumsuz etkilenmiş, tabir-i caizse onlara benzemişler.

Bazıları ibadeti bırakmış, gece boyunca yatmayıp televizyon seyrediyorlar, gündüzleri yatıyorlardı. Ne bir düzen, ne bir program. Koğuşta tam bir bunalım, tam bir düzensizlik, kargaşa ve tam bir huzursuzluk...

Bunlara acıdık. İslami davadan cezaevine girmişler nihayetinde...

Uzatmayayım, şefkat, merhamet, nasihat, sabır... derken bazıları kendine geldi ve düzeldi. Hatta nasıl bozulduklarına dair itiraflarda bulunmaya başladılar. Ama diğer bazıları bu hallerinde ısrar ettiler. Bununla da kalmayıp içimizde zaafları olanları, kenarda köşede, gece karanlığında fısfıslarla etkilediler ve zaafı olanlar da onlara kulak verdi. Onların etkisi ile hareket etmeye başladılar. Derken huzur ortamı gitti, yerini çekişme, huzursuzluk almaya başladı.

Zindan, tam zindan oldu.

Derken o günlerde bir rüya gördüm. Kuyruğu cezaevinin koridorlarına uzanmış büyük bir yılan koğuştan içeri girmiş, bizlere saldırıyor. Elhamdülillah kimseye zarar vermeden püskürtmüştük.

Çok geçmeden birkaç gün sonra, yaşadığımız bir tartışma sonrası bu şahıslar kendi istekleri ile koğuştan ayrılınca, cezaevi tekrar eski huzur ve medrese havasına döndü. Ve Allah’a şükür, kardeşlerimizin duruşu ve güzelliği sayesinde, bir daha böyle bir fitne ve huzursuzluk yaşamadık cezaevinde.