İnsanoğlunun yapıp etmeleri arasında kendisini en şaşırtan davranışların neler olduğu sorulduğunda Platon`un cevabı verdiği kitaplarda aktarılır:

 

“Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler ve fakat sonra çocukluklarını özlerler.

Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, ama sağlıklarını geri almak için de para öderler.

Yarınlarından endişe ederlerken bugünü unuturlar. Sonuçta ne bugünü ne de yarını yaşarlar.

Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar, ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.”

 

İnsan fıtratı, mülkiyet (sahiplenme) üzerine yaratılmıştır. Sahip olma isteği üzerine binası inşa edilmiştir insanın.

İnsanın çok farklı ihtiyaçları vardır.  Allah Teâlâ`nın insanı sahiplenme fıtratı üzerine yaratması, insanın dünya ve ahiret ihtiyaçlarına ulaşması, çalışıp onları elde etmesi içindir.

Sahiplenme fıtratı beraberinde kaçınılmaz bir mücadeleyi ve hırsı getiriyor. İnsanın imtihanı da burada başlıyor. Çünkü insan, bir yönüyle yaşadığı dünyaya muhtaçtır, diğer yönüyle gideceği ahirete muhtaçtır. İki dünyaya da muhtaç olan insanın imtihanını kaybetmemesi için, ihtiyaçları ölçüsünce dengeli bir mücadele vermesi gerekir. Bu dengeyi tutturması için de her şeyden önce kendi ihtiyaçlarının ölçüsünü belirlemesi gerekir. İnsan, “özelde neye, ne kadar ve genelde de dünyaya ne kadar, ahirete ne kadar muhtaçtır” şeklinde ihtiyaçlarını belirlemeli.

İnsan, dünyaya dünyada kalacağı kadar, ahirete de ahirette kalacağı kadar muhtaçtır. Dünyası fena bitiş, tükeniş, ölüm üzerine; ahreti ise ebediyet, ölümsüzlük üzerine kurulu. Bizden istenen şey, dünyada ve ahirette kalacağımız kadar muhtacı olduğumuz şeyleri elde etmektir. Bu konuda diğer insanlar gibi Müslümanların çoğu da ölçüyü kaçırır ve dünyaya aşırı meyledip, dünyalık mülkiyet mücadelesi verirler. Hâlbuki dünya hayatı için toplananların ahirete dair bir faydası yoktur ve bizden istenen de bu değildir. Bizden isteneni Bağdatlı Ruhi güzel bir şekilde beyitleştirmiş:

“Sanma ey hace ki, senden zir ü sim isterler

Yevme la yenfeu da kalb-i selim isterler.”

İnsan, hayatı akl-ı selim ve kalb-i selim ile okumalıdır. Hayatı aklı ile okuyanlar, hayatı doğru okur ve doğru yaşarlar. Hayatı nefisleri/şehvetleri ile okuyanlar ise, hayatı yanlış okur ve yanlış yaşarlar.

İhtiyaçlarının derecesini ve ölçüsünü belirleyen insan, mücadelesinin de ölçüsünü ve derecesini belirler. Ancak bu şekilde insan doğru şeylerin mücadelesini doğru bir şekilde verebilir.   

 İnsan, hayatı bir ölçü ve denge içinde yaşamalıdır. Ölçüsü kaçmış bir hayat ve mücadele aşırılıktır; ifrattır, tefrittir. Genel olarak insanlar hayatın genelinde ölçüyü kaçırıp aşırılıklara saplandıkları gibi, özel olarak Müslümanlar da hayatın özellerinde ölçüyü kaçırıp, aşırılıklara sapıyorlar.

Aşırılık; her dönem insanlarının ve Müslümanlarının hayatın ölçüsünü ve dengesini kaçırmak sonucu yakalandıkları müzmin bir hastalık… Bu müzmin hastalık, belki her dönemden daha çok bugünümüz insanları ve Müslümanlarında kendisini gösteriyor. Bu helak edici hastalıktan kurtulmak için de sahiplenme fıtratı üzerine yaratılmış insanın, her şeyden önce kendisine sahip olması/çıkması gerekiyor.

Kendisine sahip çıkmayan bir insanın diğer varlığı sahiplenme çabaları şaşkınlık, sahiplenmesi ise aşırılıktır. Hayatın ve dinin aşırılıklarından korunmak için, çok ve de doğru okumak gerekir. Bu alanda yazılmış bir eser olarak da bu hafta içinde vefat eden A.Celil Candan Hoca`nın “Dinde Aşırılık” adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim. Hayatı doğru okuyup, okutan ve bu doğrultuda gayret edip, hayat süren hocamıza Allah rahmet etsin. Cümlemize hayırlı akıbetler nasip etsin.

Bu vesile ile -ve aynı zamanda Platon`un şaşkınlığına sebep olan hallerin de reçetesini içinde barındırdığı için- Resulullah`ın (sav) şu duası yazımızın son sözü olsun:

“Allah`ım! Ahiretin hayrına engel bir dünyadan, ölümün hayrına engel bir hayattan ve amelin hayrına engel bir emelden Sana sığınırım.”