Deprem, çığ, uçak kazası derken, memleket peş peşe musibetler yaşadı.

Dünyada yaşanan her şeyin bir sebebi vardır. Varlık aleminde hiçbir şey kendiliğinden olmadığı ve oluşmadığı gibi, dünyadaki hiçbir şey de sebepsiz yaşanmıyor.

Musibetler birçok sebebe binaen yaşanır.

Musibetlerin sebepleri doğru bilinirse, doğru sonuçlar çıkarılır ve musibetlerden ders alınır.

Musibetlerin sebepleri hakkında farklı şeyler söylemek mümkün olsa da genel olarak bu sebepleri iki başlık altında toplayabiliriz:

            Manevi sebepler ise insanoğlunun işlediği günahlardır. Allah, bazen bu günahların cezasını bu dünyada musibet olarak verir. Bazen de musibetleri birer şefkat tokadı olarak kullanır. Yoldan çıkmış kullarını yola getirmek, haddini aşmış kullarına haddini bildirmek için. Allah musibetler yaşatarak kulun dönmesini, kendisine gelmesini istiyor.

Üstad Bediüzzaman bu anlamda güzel bir örnek verir: Koyunlar merayı tecavüz ettiği zaman, çoban onlara taş atar. Başına taş isabet eden koyun hemen anlar ki sahipleri onlardan razı değil, dönmesini istiyor ve hemen döner. İşte ey insan, sen o koyundan daha akılsız değilsin, kader cihetinden başına atılan musibet taşlarını, şefkat tokadı bil. Sahibin senden rahatsız olmuş, seni uyarıyor. Sen de dön ve kendini düzelt.

Hata ve günah, fert boyutunda işlenirse, gelen musibet ferdi olur. Ancak bir toplumda hata ve günahlar toplumsal boyutta işleniyorsa, gelen musibetler de umumi olur.

Musibet nasihat olmalı. İktidar ve toplum olarak doğru yolda mıyız? Binalarımızı sağlam yapıyor muyuz? Tedbir alıp, işin hakkını veriyor muyuz?

Adaletsizliklerin, haksızlıkların, artan günahların, yaşanan ahların yaşadığımız musibetlerdeki payı nedir?

Bu nazarla bakarsak musibet; nasihat olur, ders olur, ıslah olur, temizlenme ve arınma olur.