Cuma gecesiydi. Erken yattım. Daha erken kalkıp bu mübarek gecede Allah’tan kendisine
biraz daha uzun şifa dilemek için.
Gece uyanıp tabletin çalan alarmını kapatmak istediğimde, üstte açılan bildirimlerde “İnna
lillah...” diye başlayan paylaşım gözüme ilişti. Vefat etmişti...
Şifa talebi için yapacağım dualar kendisi için af, mağfiret, rahmet, cennet dualarına dönüştü.
Gidişi bize göre erken, ancak elden ne gelir, kadere/ecele göre zamanındaydı...
İlkin, gıyabında tanımıştım onu. 2001’in Ocak ayında Malatya Cezaevi’ne girdiğimde, benden
önce Çukurova’ya nakletmişlerdi kendisini. Malatya Cezaevinde hoş bir sada bırakmıştı
arkasında. Kalanlar onu hep hayırla yad ettiler.
Cezaevinden çıktıktan sonra 2004’te Adıyaman’daki kardeşleri ziyarete gittiğimizde, gece
kaldığımız eve gelmişti. İlk orada tanıştık ve muhabbet ettik. Urfa’da dershane
öğretmenliğine başlamıştı.
Sonrasında 2011 yılına kadar yolumuz çakışmadı. 2011’de Edirne Cezaevi’nden çıktığımda
Rehber TV ve Doğru Haber Gazetesi’nde yollarımız çakıştı. 2012’de partinin kuruluşu ile
günlerimiz gecelerimiz beraber aktı. Aynı heyecanı, aynı sevinçleri, aynı dertleri yaşadık ve
paylaştık. Birbirimizin kanepelerinde uzandık, yattık.
Beraber koşuşturduk. O konuştukça biz sevindik, varlığına hep şükrettik, bazen de şükür secdesi ettik. Davamız bir şahsiyete ve kabiliyete sahip diye Allah’a hamd ettik hep.
Sonra bana hicret yolları, ona hastalıkla mücadele düştü. Gurbette duaya durduk. Doksan
dokuzluk tespih aldım elime, zikir çeker gibi “Allahım Mehmet Yavuz’a şifa!” diye dua ettim,
tane tane...
Milyonlar, milyarlar dua aldı. Herhalde son zamanlarda hiç kimse onun kadar dua almamıştır.
Ve herhalde murad-ı ilahi de buydu; hastalıkla onu temizlemek, milyarlar duaları ona cennet
kılmak, uzun süren parça parça ölümüne ailesini ve bizleri alıştırmak...
Ama alışamadık. İlk gün üzüntüden beynim çatlayacak oldu. Ama ne kadar üzülsek de Yüce
Resul’den (sav) mülhemen “şüphesiz göz ağlar, kalp hüzünlenir ama biz Rabbimizin razı
olduğundan başka bir şey söylemeyiz. Ayrılığınla bizi hüzne boğdun güzel insan” dedik, teslim
olduk, sabra koyulduk.
Değil mi ki, kendisi de “sabra devam, kulluğa devam, çalışmaya devam” demişti.
Tek sevincimiz var; inancımız o ki, biz onu kaybettik ama o cenneti kazandı, rıza-yı ilahiyi
kazandı. Onun adına seviniyoruz, ayrılığına ve kendi adımıza üzülüyoruz sadece. Rabbim
cümlemize güzel ölüm ve ebedi cenneti ve cennette ebedi birlikteliği nasip etsin.
Vefatını öğrenince gözlerimin onunla yaşadıklarımız önünden geçti.
Çok şey var anlatacak ama bu köşeye iki hatırayı yerleştireceğim: Sayın Erdoğan ile ilk veya
ikinci görüşmemizdi. Söz aldı. Her zamanki belağatına ve nezaketine uygun bir girizgahtan
sonra “el-Hak emr-i Hak vaki olacak her fani gibi sizleri de musalla taşına yatıracaklar...
Allah’ın huzuruna adaleti sağlamış adil bir yönetici olarak gitmenizi temenni ediyoruz...”
deyip tüm mazlumlar ve haklar adına adalet talep etmişti.
Adalet talep ettiği Erdoğan yaşıyor ama kendisi Rabbine döndü. Adalet için mücadele eden
biri olarak, adil bir şahit olarak...
Böbreğinin alındığı ameliyat sonrası kanser teşhisi konulunca, evinde ziyaret ettim.
Ayrılmadan önce birbirimize sarıldık. Rabbimden tek bir isteğim var dedi: “Cezaevinde olan
mazlumların çıkışlarını, ailelerin sevincini görmek istiyorum. Bunları gördükten sonra ölsem
de gam yemem, gözü arkada gitmem.” Bunları derken gözleri yaşardı, sesi ve dudakları
titredi, boğazı düğümlendi...
Cezaevindekiler için hepimiz çok çalıştık, çok yandık ama çok uğraştı...
Üzülsek de ağlasak da güle güle güzel insan... Mekanın cennet, arkadaşların peygamberler,
sıddıklar, şehitler olsun. Şu gökkubbe altında güzel bir sada bıraktın.
Seni Allah için sevdik. Umudumuz; Rabbimizin bu sevgimizi cennet kılması.