1 Haziran Cuma günü Ali Emiri Kültür Merkezi`nde Özgür Der tarafından bir forum düzenlendi. Cezaevlerinde olan Müslüman kardeşlerin duygularını ve özlemlerini yansıttığı resimleri de sergilendi burada. Mekânı ve katılımıyla küçük bir etkinlik olsa da bence nice çok çok büyük mekân ve katılımların etkinliklerinden manaca daha kıymetli idi.

Yılları zulüm altında geçen ve halen geçmeye devam eden Müslümanlar… Onların uğradığı zulümlere ortak olan ve acıların farklı bir boyutunu dışarıda yaşayan aileler… Bana göre ele aldıkları konu, küçüğü büyük yapan bir konuydu.  

Nice büyükler var, Allah katında küçüktür ve nice küçükler var, Allah katında çok büyüktür; nice kıymetliler var, Allah katında değersizdir ve nice kıymetsizler var, Allah katında çok değerlidir.

Özgür Der camiası (Allah onlardan razı olsun) bir sorumluluk örneği ortaya koydu. Müminlerin, vücudun birer azası gibi ilişkili ve bütün olduğu, ağrıyan bir aza ile tüm vücudun rahatsız olması gerektiği hakikatini gösterdiler. “Müslümanların sıkıntıları ile ilgilenmeyen, Müslüman değildir” hadisinin gereği, yılların birikmiş dert ve sıkıntılarını masaya yatırdılar. Bu dert ve sıkıntıları yaşayanlar ve yaşamaya devam edenler ile bunlara şahit olanlar/şahitlik edenleri konuşturdular.

Ayrıca bu konuyu gündeme taşımakla da Müslümanlara sorumluluklarını hatırlatmış oldular.

Evet, cezaevlerinde kardeşlerimiz var.

Bir de bu kardeşlerimizin dışarıda bizi bekleyen aileleri…

Yıllardır cezaevinde olan kimisi, kendisi içerdeyken anne-babası vefat etti de onların mezar başlarına dahi gidemedi.

Kimisi de içeride vefat etti ve ailesine eller üstünde teslim edildi. Şimdi kendisi mezarda.

Kimisi ağırlaştırılmış müebbet cezası aldığı için yıllardır tek kişilik hücrede. Ailesi yüzlerce km öteden gelir gelmesine ama aile fertleri hep beraber, bir arada mahkûmla görüşemezler. Bir saatlik görüş, aile fertleri arasında bölüştürülür. 10-15 dakikalık sürelerle biri girer, biri çıkar. Baba yıllarca iki evladını bir arada göremez ve kucaklayamaz. Bu yüzden hep bir dizi dolu olur babaların, diğer dizi ise hep boş.

Cezaevlerindeki kardeşlerimiz sürgüne gönderilir. Diyarbakır`dan Tokat`a, Çorum`a, Trabzon`a, Kandıra`ya… Kimisi özürlü çocuğunu sırtlar, yüzlerce km yolu kat eder, ziyaret için. Kimisinin de hasta ve yaşlı anne-babası bu yolu gidemediği için aylarca, senelerce evladını göremez…

Bu kardeşlerimizin hepsi Müslüman olduğu ve Hakkı hakim kılmak istedikleri için cezaevlerindeler. Yani hepimizin yapmakla sorumlu olduğu şeyler için bedel ödüyorlar.

Onları, ailelerini, yaşadıklarını ve şartlarını unutmamamız lazım geldiği gibi, çoğunun suçsuz bir şeklide tutulduğu o mekânlardan çıkmaları, ailelerine kavuşmaları ve orada kaldıkları sürece de şartlarının iyileştirilmeleri için mücadele etmemiz gerekir. Ulusal medyaya taşıyıp haklarını savunmamız lazım.

Cinayetlerin, bombalamaların ve darbelerin arkasında olup, cezaevi yatan Ergenekon, Balyoz davası sanıkları için medyadaki dostları fırtına koparıyor. Onlar asıl suçluları savunurken, pek çok Müslüman yazar, suçsuz Müslümanları ağızlarına bile almıyor.

Geçen hafta bir grup gazeteci Adalet ve Sağlık bakanları eşliğinde Silivri Cezaevi`ni ziyaret etti. Bu gazeteciler izlenimlerini aktardılar da bir kısım kamuoyu, cezaevlerinin şartlarının kötülüğünü ancak daha yeni öğrendi. Müslümanların daha nice zulümleri yaşadığı bu mekânların şartlarının görülmesi ve iyileştirilmesi için demek ki, gariban Müslümanların dışında üst sınıf zevatın buralara girmesi lazımmış. Bu sayede kartel medyası, cezaevlerini ve insanlığı hatırladı. O da yine bizim için değil, kendi adamları için.

Cezaevlerindeki kardeşlerimizi ve sorumluluklarımızı unutmama duası ile…