1-Bölge ülkelerinin “Kuruluş felsefesine” takılan iç sorunlar karşısındaki “Çözümsüzlük” sorunsalı, adeta bir kural halini almış durumdadır.
2-Çözüm mantığının köreltilmesi karşısında bitmek tükenmek bilmeyen sorunlar, hassas dönemlerde katlanarak tekrar ortaya çıkmaktadır.
3-Tek çözüm formülünün “Biçmek/süpürmek/sindirmek” olarak görüldüğü sorunlar, mütemadiyen baskıcı tahakküm anlayışlarına davetiye çıkarmakta, baskıcı anlayışları daima diri tutmaktadır. Bu da “Etki-tepki” döngüsünü sürekli hale getirmektedir.
4-Her seferinde “budanarak” aşıldığı sanılan iç sorunlar, müdahaleciliği dış politikalarının eksenine oturtarak bugünlere gelen emperyal güçlere çok ucuz müdahale kanalları açmaktadır.
5-Modern çağda hiçbir “İslam ülkesinin” kendi iç sorunlarını “Medenice” çözdüğü vaki olmamıştır. Bu anlamda herhangi bir deneyimimiz maalesef bulunmamaktadır. Geçerli akçe olarak görülen “Bedevice” yaklaşımlar ise çözüm getirebilmiş değildir.
6-İslam dünyası “Ulus devlet” formatına geçtikten sonra “Dinsel farklılıklar” yerini “Milli farklılıklara” bırakınca müdahale pususunda bekleyen emperyal güçler de buna paralel bir şekilde stratejik değişikliklere başvurmuşlardır. “Gayri Müslim” topluluklar üzerinden izledikleri müdahale kanallarını, bu kez etnik farklılıklar üzerinde yoğunlaştırmışlardır.
7-Bu anlamda “Ayrık otu” muamelesini görmeye devam eden Kürtler, bulundukları ülkelerde temel insani sorunları çözüme kavuşturulamadığı için temel sorunların odağında yer almışlardır.
8-Hâlihazırda farklı ülkelere farklı mecralar üzerinden müdahale etme gerekçeleri üreten emperyal güçler, Kürtlerin yaşadığı ülkelere müdahale aracı olarak hep Kürtlere göz dikmişlerdir.
9-Emperyal güçler, müdahale ettikleri ülkelere “Hayır/sevap” için müdahale etmedikleri gibi, kimi zaman Kürtlere göz kırpmaları da hiçbir zaman Kürtlerin hayrına olmamıştır.
10-Tam aksine Kürtlere göz kırparak giriştikleri müdahalelerle hem hedef ülkeleri perişan etmişlerdir, hem de Kürtlerin haklı taleplerinin törpülenmesine sebep oldukları gibi, Kürtlere de yıkımdan başka bir şey getirmemişlerdir.
* * *
Dün Güney Kürdistan bağımsızlık referandumunda olduğu gibi, bugün gündemin sıcak maddesi durumunda olan Rojava-YPG meselesini salt günübirlik gelişmeler ışığında değerlendirmek yerine tarihsel arka plan gerçeğiyle birlikte ele almak daha sağlıklı bir sonuç doğuracaktır.
Emperyal güç odaklarının yeni bir bölgesel dizayn için kolları sıvadıkları bir zaman diliminde yaşıyoruz. Dizayn çabaları sadece sınır değişikliklerini kapsamamaktadır. Aynı zamanda yeni bölgesel ittifaklar oluşturmayı, yeni düşman kutuplar belirlemeyi de kapsamaktadır.
Emperyal müdahalelerin odağında siyonizmin geleceği vardır, tüm planlamalar bu doğrultuda yapılmaktadır. Yeni dönemde siyonizmle birlikte hareket edenler ile karşı çıkanlar olmak üzere iki düşman ittifak şekillenmektedir.
Bölgesel bazda yaşanan son yılların tüm gelişmeleri bu doğrultuda cereyan etmektedir. Kılıç dansı ve israil dostu yeni Arap ittifakının tezahürü, yeni dönemin sembol gelişmelerindendir. Son süreçte ülkelerin israil karşısında takındıkları pozisyonlar, dost-düşman belirleme ölçütüne dönüşmüştür.
Halihazırda doğrudan kapışma yerine “Vekalet” ve içten yıkma yöntemleri kabul görmektedir. Vekâlet ve içten yıkma anlayışının kabul edilmesi, siyasal sorunlarını çözemeyene tüm ülkeleri ateş çukurunun kenarına itmektedir.
Başlıkta yer verdiğimiz “İsrail`in Kürt Ajandası”, bu anlamda önem kazanmaktadır. Kürtlerin bir türlü kabul görmeyen haklı talepleri, şu anda israil merkezli ittifakın istismar tehdidi altındadır.
ABD destekli Suud-israil ittifakının Kürtler için öngördükleri bir ajanda şu an yürürlüktedir. Ajandaya göre İran`ın “Şii yayılmacılığını” ve Türkiye`nin “Osmanlı yayılmacılığını” engellemenin en etkili yolu “Bağımsız Kürt devleti” kurmaktan geçmektedir.
Hedefledikleri “Kürt devleti”, Kürtlerin derdine çare olacak bir nitelik taşımaktan ziyade, rakip gördükleri Türkiye, İran, Irak ve Suriye`yi uğraştıracak bir nitelikte olmasını istemektedirler.
Bu anlamda Güney Kürdistan`daki bağımsızlık referandumu üzerine “Komşuların” kopardıkları fırtınalara sessiz kalan ABD ve malum yandaşlarının, Rojava/YPG etrafında müthiş bir koruma ve kollama duvarı oluşturmaları, akıl sahibi herkes için ibretlerle dolu iki ayrı vakıadır.
Üzüm yemek yerine bağcıyı dövme görevini üstlenmeye yanaşmayan Barzani, “Komşulara” ezdirilirken, üzüme aldırış etmeyip bağcıyı dövmeye hazır olan PKK/YPG için alan açma, eğitip donatma, koruyup kollama mekanizmalarının sonuna kadar işletilmesinin “hikmeti” akıl sahiplerinin ilgisini beklemektedir.
Açıkçası Barzani`ye devlet kurdurtmayan emperyal irade, Suriye`deki uygulamalarla YPG`ye bir devlet kurdurmayı ajandasına almıştır. Şu sıralar yaşanan gelişmeler bu minval üzerine cereyan etmektedir. Barzani`nin siyaseten tasfiyesi, “Serok” bozuntularının önünü açma hamlesiydi. Bu tasfiye ile övünen “Komşular”, aslında israil`in arzuladığı PKK Kürdistanı için efelendiklerini umarız ki fark etmişlerdir.
İsrail ajandasına göre rol alan, oynayan, zıplayan herkes gibi YPG/PKK`ye kim ne derse desin, haklıdır. Ancak kendi sorunlarına çözüm bulmayı karizmanın çizilmesi gibi algılayan bölge ülkelerinin politik suçları için sığdırılacak çuval bulmak da imkânsız hal almıştır.
Neticede her yapılan yanlışın bir faturası vardır ve günü geldiğinde herkes önüne çıkacak faturanın hesabını vermekle enerjisini tüketecektir.