1 – SOÇİ:
Yıkıcı çatışma ortamından siyasi çözüm umutlarına doğru yol aldığı düşünülen Suriye`de işler yeniden karışmak üzere…
Umut bağlanan Astana sürecinin en önemli halkalarından biri olarak görülen geniş katılımlı Soçi konferansı, PYD bağlantılı katılımlar üzerine Türkiye ile Ruslar arasında uzlaşmanın bir türlü sağlanamaması nedeniyle defalarca ertelendikten sonra bu ayın sonunda başlayacağı söyleniyor. Şayet yine PYD bağlantılı katılımcı listesi üzerinde Türkiye ile Rusya arasında herhangi bir pürüz bir kez daha nüksetmezse.
Bu konuda Türkiye, PYD`yi temsilen herhangi bir katılım konusunda kapıları tamamen kapatırken, Suriye`deki “Kürt kartını” tamamen elinden bırakmayan Rus tarafı, Türkiye`nin kırmızı çizgilerini gözetecek, ama PYD`yi de memnun edecek bir formül üzerinde çalışıyor. Bu bağlamda kurumsal kimliğiyle PYD`yi davet etmek yerine şahıs bazlı bir davetçi listesi üzerinde çalışıyor ki, ortaya çıkacak olan nihai listede Türkiye`nin veto etmeyeceği isimler olmasına dikkat edileceği yönünde yorumlar yapılmaya devam ediyor.
Kaldı ki Ruslar PYD`yi Soçi`ye davet edemezse bile PYD/YPG temsilcileriyle Soçi`den bağımsız olarak zaten mütemadiyen görüşmelerde bulunmayı sürdürüyor.
* * *
2 – İDLİB:
Bir taraftan Soçi merkezli siyasi çözüm manevraları yürütülürken yeniden baş gösteren İdlib bölgesindeki çatışmalar, Astana`nın garantörleri arasında soğuk rüzgarların esmesine neden olmaya başladı.
Suriye ordu güçlerinin karadan, Rus savaş uçaklarının havadan yürüttüğü İdlib bölgesindeki yeni saldırılar, Rus askeri üssünün önce füzeyle, sonra on üç adet İHA`nın kullanıldığı ikinci dalga saldırıdan sonra daha fazla şiddetlenmeye başladı.
Astana`da kabul edilen “Çatışmasızlık bölgeleri”nden birisi olan İdlib`de çatışmasızlığı korumak adına Türk askeri birlikleri konuşlanmış durumda. Türkiye, siyasi bir çözüm bulunana kadar bu bölgeye herhangi bir saldırının olmasını “Astana mutabakatına” aykırı olarak değerlendirerek tepki gösteriyor.
Temelde Türkiye`nin savunduğu bu tez doğru olarak görünüyor. Ancak “Çatışmasızlık bölgelerinin” kabul edildiği Astana mutabakatında Suriye sahasında faaliyet gösteren silahlı grupların “Ilımlı” ve “Radikal” olmak üzere ikiye ayrılması ve radikal olarak değerlendirilen IŞİD ile eski adıyla Nusra, yeni adıyla HTŞ`nin ateşkes kapsamı dışında tutulması, İdlib ve başka bazı bölgelerde yaşanan çatışmalar konusunda Astana`nın diğer partnerlerinin elini güçlendiren bir etki oluşturuyor.
Kaldı ki İdlib`e yerleşen Türk birliklerinin daha ziyade Afrin`i yakın markaja alarak son günlerde taarruz pozisyonuna yönelmesi, Astana`nın büyük partneri Rusya`yı çekinceli bir duruş sergilemeye sevk ediyor. Hatta Ruslar, Türkiye`nin olası Afrin operasyonunu istemediğini en son Lavrov`un “endişeli” açıklamalarıyla ortaya koymuş görünüyor.
Türk askerinin İdlib`e konuşlanma arifesinde yapılan çatışma ve kaos dolu açıklamaların aksine Astana sürecine katılanları tıpkı daha önce Fırat Kalkanı`na katılan gruplar gibi hedefe koyan HTŞ ile herhangi bir çatışma yaşanmadan konuşlanmanın gerçekleşmiş olması, özellikle Rus çevrelerinde Türkiye`ye karşı farklı ve aykırı değerlendirmelerin konusu olmuş durumda. Türkiye`nin İdlib`e dönük yeni saldırı dalgasını durdurma girişimlerinin arkasında ne tür değişik faktörlerin olduğu hususu tartışılabilir, ancak saldırı dalgasının tetikleyebileceği muhtemel bir mülteci dalgası, belki de Türkiye`nin en fazla endişe duyduğu faktörlerden birisi olarak görünüyor.
Burada Türkiye Afrin`e odaklanmışken, Rusya ve Suriye İdlib`e odaklanmış durumda. İki taraf da birbirlerinin mevcut pozisyonlarından kuşku duymakta, bu da partnerler arasında yeni güvensizlik alanlarının oluşmasına sebep olmaktadır.
* * *
3 – Sınır Koruma Birlikleri:
Suriye`nin yeniden nükseden diğer bir gerilim noktası ise, ABD`nin YPG ağırlıklı otuz bin kişilik “Sınır Koruma Birlikleri” projesini hayata geçiriyor olması.
Açıklamalara göre oluşturulacak olan sınır birlikleri, Türkiye, Irak ve Fırat nehri ile olan sınırları saldırılara karşı korumak amaçlı. Uzun dönemdir herkesin tüm ajandasını hapsederek yürüttüğü örtülü operasyonlar, IŞİD`in fiili olarak mağlup edilmesiyle birlikte gün yüzüne çıkmaya başladı.
“IŞİD kılıfının” çatlaması, özellikle Amerikan planlarını daha fazla deşifre etmeye başladı. Bugüne kadar Amerika`nın Rojava politikası üzerine cevap arayan iki soru vardı:
Birinci soru; IŞİD sonrası Amerika`nın PYD/YPG politikası nasıl şekillenecekti?
İkinci soru ise, düzenli bir orduyu donatacak kadar YPG`ye transfer edilen silah ve cephanenin ne anlama geldiğiydi.
“Birinci soru”nun cevabı, “Bağımsızlık referandumu” sonrası bölgesel denklemin dışına itilen Barzani`nin düşürüldüğü durumla yakından ilgili görünüyor. Bağımsızlık referandumuyla beraber “komşuların” hışmına uğrayan Barzani`nin ABD tarafından destekleneceği yönündeki beklentilerin boşa çıkması “komşuları” daha fazla cesaretlendirirken, ABD`nin takındığı bu tutumun aslında bölgesel denklemde PYD/PKK`yi daha etkin bir konuma taşıma planının bir parçası olduğu yönündeki tahminler giderek bir realiteye dönüşüyor.
Barzani`yi “kolay lokma” niyetine çiğnemeden yutan bilumum “Komşuların” ABD`nin garantörlüğünü arkasına alan PYD/PKK`yi bu denli yutmaları pek de kolay olmayacağa benziyor.
“İkinci sorunun” cevabı ise; “Sınır güvenliği” ile Rojava`da dile getirilen sınırlara yerleştirilmesi öngörülen birliklerin çizdikleri “çember”de saklı. Hem Türkiye, hem Irak, hem de Suriye`nin olası operasyonlarına karşı dört dörtlük bir Amerikan koruma kalkanının hedeflendiği açıkça görünüyor. Bu durumda Rojava`ya karşı taraflardan herhangi birinin düzenleyeceği harekatın aynı zamanda Amerikan birliklerine karşı yapılmış sayılacağı gerçeğini göz önüne alırsak, Amerikan kuvvetleriyle doğrudan karşı karşıya gelme riskini göz önüne almayan herhangi bir kuvvetin PYD/YPG`ye saldırması neredeyse imkansız olacaktır.
“Bir gece ansızın gelebiliriz” retoriği bu durumda Amerikan kuvvetleriyle karşı karşıya gelme ihtimalini göz önünde bulundurursa ve buna rağmen bir saldırı durumu yaşanacaksa söz konusu retorik gerçeğe dönüşebilir. Ama Amerikan kuvvetleriyle karşılaşma durumu göze alınmazsa bu retorik sadece tatlı bir şarkı sözü olarak terennüm edilmeye devam edilecek.