Trump, seçim kampanyasında Obama döneminin Ortadoğu politikasını yerden yere vuran açıklamalarla gündeme gelmişti.
Ortadoğu`daki müdahalelerde harcanan paralarla Amerika`nın köhne olmuş alt yapısının bilmem kaç defa yenilenebileceğinden bahsederken, tüccar mantığını işleterek müdahaleci politikalarda harcanan rakamları açıklayarak gider-gelir dengesi arasındaki devasa farklara odaklanmıştı.
Ortadoğu yerine Asya Pasifik bölgesine odaklanmış, Çin etkisini kırmak için resmen savaş tamtamları çalmıştı, kampanya boyunca.
Trump`ın deyim yerindeyse “Elveda Ortadoğu, Merhaba Asya Pasifik” vaadleri bu arada en çok iki devleti ürkütüyordu: Suudi ve İsrail!
Aslına bakılırsa Obama döneminde yeniden güncellenen ABD`nin yeni küresel stratejik vizyonu belgeleri ve buna bağlı olarak hareketlenen askeri güç kaydırmaları, Trump`ın Çin`e kılıç sallayan vaadlerinden pek de farklı değildi. Bu yüzden de İsrail ve Suudi krallığı, Obama yönetiminden umutlarını kesmiş, bölgeyi İran`a teslim etmekle suçlamışlardı. Kampanya sırasında Hillary cephesi israil`in korkularını depreşmekten uzak dururken, Obama döneminde güncellenen strateji belgeleri doğrultusunda Pasifik bölgesine kılıç sallayan ise Trump idi. Her şeye rağmen İsrail ve bağlantılı lobiler Hillary`nin arkasında durmuş, ancak Trump`ın seçimden zaferle çıkması ilk etapta İsrail ve Suud cephesine adeta soğuk düş yaptırmıştı.
Ekibini kurma aşamasında bulunan Trump, içeriden adeta yaylım ateşine tutulmaya başlandı. Seçimlere hile karıştırdığı, Rusya`nın seçimlere müdahale ettiği ithamları birbirini izledi. Seçimler iptal olur mu, Trump başkanlıktan azledilir mi gibi tartışmalar birbirini izlemeye başladı.
Medya, sanat, siyaset dünyası bir anda Trump`ın karşısına dikiliverdi. Büyük bir dirençle karşılaşan Trump bu arada dümen kırmaya başladı. Çin ile dostluk ve işbirliğinden bahsetmeye başladı, Çin devlet başkanını ülkesine davet ederek “dostane” pozlar verdi. Aniden Ortadoğu`ya dümen kırmaya başladı. İran`a diş biledi, nükleer anlaşmanın bozulabileceğini söyledi. Suriye hedeflerine kimyasal bahanesiyle füze saldırıları yapıldı. Esad kesinlikle devrilecek dedi, önce Suudi`yi ardından israil`i ziyaret ederek kocaman güvenceler vermeye başladı.
Vaadler ile pratik arasında müthiş bir makas açıldı. Oluşan tablo, Asya-Çin bölgesine veda edip Ortadoğu`ya dönen tevbekar Trump şeklindeydi.
Bu arada seçim kampanyasında Trump`ın yanında duran ve başkan seçilince “A Takımına” seçilen zevat bir bir operasyon yiyip tasfiyeye uğramaya başladı. Belliydi ki Trump`la Asya Pasifik planlarını yürütmeye çalışan danışmanlar bir bir tasfiye ediliyordu.
Trump`ın kısa süreliğine İsrail ve bağlantılı çevrelere boyun eğmesi, Amerikan devlet aklının hazırladığı stratejik yönelimlere sırt çevireceği anlamına gelmiyordu elbette. Amerikan strateji belgelerinde Asya Pasifik bölgesi, geleceğin parlayan yıldızıydı ve “Süper güç” pozisyonunun korunması için burayı öncelik sırasına koymak kaçınılmazdı. Bu durum ister istemez Ortadoğu`yu önem sıralamasında ikinci sıraya düşürecekti.
Nitekim gidişat şu sıralar bunu gösteriyor. Kısa süreliğine alevlenen Trump`ın Ortadoğu müdahalesi, şu sıralar yerini Kozey Kore gerginliği üzerinden Asya Pasifik bölgesine bırakmış durumda. Birkaç ay önce İran ve Suriye için sarf ettiği tehdit dili şu sıralar Pasifik bölgesine yönelmiş bulunmaktadır.
Bu arada Güney Asya ve Pasifik yöresinde ilginç gelişmeler yaşanmaktadır. İslam dünyası Arakan`da Budist mezalimine dikkat çekmek için uluslararası kurum ve aktörlere çağrılar yaparken, Trump ve Batılı müttefikleri başka bir noktaya, Kuzey Kore`nin sözüm ona oluşturduğu “büyük tehlikeye” dikkatleri çekme peşindedir.
Kuzey Kore gerginliği ve Arakan dahil olmak üzere bundan sonra da baş gösterecek yeni tür gerginlik ve çatışmaların belki tarihsel arka planı ve psikolojik alt zeminleri bulunabilir. Ancak bu süreçte yaşanan ve yaşanacak olan her türlü gerginlik, çatışma, iş kargaşalar ve muhtemel mezalimliklerin tetikleyicisinin artık Amerika ve müttefikleri olduğunu, bunun da takriben on yıl önce hazırlanan kurumsal strateji belgelerindeki yeni tür yayılmacı emellerinden kaynaklandığını bilmekte fayda vardır.
Ortadoğu halkları olarak birinci dünya savaşından bu yana yaşadığımız coğrafyada yaşanan çatışmaların, çıkan iç savaşların, yaşanan devasa katliamların, gerçekleşen darbelerin, hatta çizilen yapay sınırların temelinde -İslam dünyasının özeleştiri yapma zorunluluğunu saklı tutarak- petrol, enerji kaynakları ve Batı`nın bu kaynaklara çöküp sömürme politikaları yatmaktadır.
Artık durum değişti. Dünyanın siyasi, ekonomik ve askeri açıdan ağırlık merkezi Ortadoğu`dan Asya Pasifik bölgesine kaymaya başladı.
Dolayısıyla Ortadoğu`yu bir asırdan fazladır mesken tutan bela ve musibetler, iç çatışmalar ve beraberinde gelen dış müdahalelerin aynısı, belki daha fazlası artık dünyanın yeni çekim merkezi olarak değerlendirilen bölgeye kayacaktır.
Dolayısıyla başta Arakan ve Kuzey Kore gerginlikleri olmak üzere yaşanan ve yaşanması muhtemel başka olayları birbirinden ayrı, spontane şekilde değerlendirme şansımız kalmamaktadır.
Bu tür hadiseleri Batı`nın emperyal politikalarından ayrı olarak değerlendirme imkânı ise hiç kalmamıştır.