Suriye`de gelinen durum artık sadece Suriye`yi ilgilendirmiyor. Suriye`ye komşu olan veya bir şekilde müdahil olan diğer ülkeleri daha fazla ilgilendiriyor.
Dolayısıyla taraflar açısından artık “Suriye`nin geleceği” değil, Suriye kaynaklı yansımaların güvenlik ve bölgesel politikalar bağlamında kendi geleceklerine ne ölçüde etki edebileceği endişesi önem kazanmış bulunuyor.
Bölge ülkelerince bölgesel inisiyatifin küresel aktörlere peşkeş çekilmesinden sonra gidişatın ne yönde şekilleneceğine dair aslında hiçbir bölge ülkesinin bir öngörüsü bulunmuyor. Bu durum, öngörülemezlik ve endişe dolu bir “Bekle-gör” çaresizliğinin kapısını aralıyor. Özellikle Trump yönetiminin işbaşına gelmesinden sonra öngörülemezlik etrafında şekillenen endişe artmış bulunuyor.
Şimdiye kadar Amerika`nın Ortadoğu`ya dönük önce yaptığı “planlamalar” basına sızar, ardından resmi ağızlarca teyit edilir, akabinde de uygulama safhalarına geçilirdi. Trump`la beraber bu kural da değişmiş gibi gözüküyor.
Trump yönetimi, yapılan açıklamalarla israil`in güvenliği ve İran etkisinin dizginlenmesi üzerine bir askeri politikayı benimsediğini defaatle dile getiriyor. Güvenli bölgeler konusunda ısrarcı olacağı anlaşılıyor. Bu planın içini dolduran adımlar ise atıldıkça anlaşılmaya başlanıyor.
Mesela;
israil`in güvenliği nerede başlayıp nerede bitiyor?
Hakeza İran`ın sınırlandırılması düşünülen etkisi nerede başlayıp nerede bitiyor?
Planlar uygulanırken kiminle nereye kadar ittifak yapılması hedefleniyor?
Güvenli bölgeler kimleri ve nereleri kapsıyor?
İşte bu noktalar açık uçlu bırakılıyor. Bu durum da kimilerini umutlandırırken kimilerini de endişelere sevk ediyor.
Mesela İran`ın bölgesel etkinliğinin dizginlenmesi hususu, başta Suudi olmak üzere birçok Arap ülkesini emre amade kılıyor. Hatta Suriye meselesi üzerinden İran`ı israil`den daha beter görmeye başlayan birçok İslami kesimin de hoşuna gidiyor. Lakin İran`ın dizginlenmesi meselesi Amerika açısında israil`in güvenliğinin ayrılmaz bir parçası olarak görülüyor. Amerika ve İsrail açısından madalyonun bir yüzünde etkisi sınırlandırılmak istenen İran var ise, diğer yüzünde de israil`in bertaraf etmesini istediği ve tümünü İran bağlantılı gördüğü tüm yerel/bölgesel İslami unsurlar yer alıyor. Hatta İran`la ilişkisi olmayanların yanında, büyük ihtimalle İran`la kavgalı olan İslami gruplar bile hedefleniyor.
İran`ın dizginlenmesi söylemi şimdilik kendi sınırları içerisindeki İran`ı kapsamıyor. Kastettikleri dizginlemenin ilk halkasını Irak, orta halkasını Suriye, son ve belki de en önemli halkasını ise Lübnan ve Filistin/HAMAS oluşturuyor. Bu hattı İran`ın hareket ettiği doğal mecra olarak değerlendirsek bile Mısır merkezli İhvanın da ateş hattına alınması, meselenin salt İran ve etki alanıyla sınırlı olmadığını göstermeye yetiyor.
Sisi`nin ABD ziyaretinde İhvan`ı “Terör listesine” alma pazarlığı, Tillerson`ın ziyareti öncesi Suudi başmüftüsünün İhvan`ı “dalalet” içerisinde gösteren “ısmarlama fetvası”, basına yansımasa da Lübnan`daki Filistin mülteci kamplarına sıçrayan yeni çatışma dalgası, israil`in Kunaytra bölgesine yönelen periyodik saldırıları ve ayak sesleri işitilen İsrail-Hizbullah savaşı, Gazze`ye yönelen pervasız saldırılar, Batı Şeria`da start alan korsan yerleşke inşası, Ürdün-Suudi-Mısır üçgeninde yaşanan hareketlilik gibi nice tepişmeler bölgesel bazda büyük bir hareketliliğin ilk ayak sesleri arasında bulunuyor.
Aslına bakılırsa Amerika/İsrail eksenli tüm ayak oyunları, israil`in güvenliği ve yayılmacı politikalarına hizmet etmeyi esas almaktadır. Ancak israil`in güvenliği ve yayılmacı emellerine angaje olmanın “İran etkisini sınırlama” kamuflajına sarılması, Müslüman kamuoyunun hassasiyetlerini törpülemeye dayalı bir manevradan oluşuyor ve şimdilik önemli oranda işlevsellik arz ediyor.
Amerika-israil cephesi açısından planlamalar nettir. Ancak birçok ülke Trump-israil eksenine tutunarak bölgesel inisiyatif elde etme hayali kursa da bölge ülkeleri açısından bu denli bir netlikten bahsetmek oldukça güçtür.
Şu kuralı asla unutmamalı!
ABD/İsrail ekseni, Ortadoğu`ya dönük her bir hamlesinde sürekli “bölge içi” farklı unsurları gerekçe haline getiriyor. Önümüze sürülen bu tür gerekçeleri ciddiye almak, tuzağa düşmenin ilk adımıdır. Bunun yerine her bir hamleyi daima İsrail üzerinden değerlendirmek gerekiyor. Acaba bu hamlede İsrail için ne tür yararlar hedefleniyor diye.
İşte bunu beceremiyoruz ve sorunlar tam da bu noktada başlıyor. Bunu becerdiğimiz gün, zihinsel iğfalden “Kurtuluş günümüz” olacaktır.