1992 yılında, Paul Wolfowitz ve Lewis Libby, dönemin Savunma Bakanı Dick Cheney'nin gözetiminde “Savunma Politikası Rehberi” adlı bir taslak hazırlarlar. Taslakta çok önemli iki kilit nokta bulunmakta:
Birincisi, ABD`nin Soğuk Savaş sonrasında en temel askerî ve politik hedefi, rakip bir süper gücün ortaya çıkmaması;
İkincisi, Amerikan değerlerinin ve çıkarlarının korunması.
Ancak o dönemde rapor medyaya sızıp ifşa olunca güya rafa kaldırıldığı söylenmişti.
* * *
“Karanlıklar Prensi” olarak tanınan Richard Perle, George W. Bush yönetiminin ilk döneminde, 2001 – 2003 yılları arasında, Pentagon bünyesinde doğrudan Savunma Bakanı'na danışmanlık hizmeti veren Savunma Politikaları Danışma Kurulu'nun eski Başkanlığını yürütmüştü. ABD tarafından gerçekleştirilen Irak işgalinin mimarlarından biri olan Perle, Douglas J. Feith ile birlikte 1996'da dönemin İsrail Başbakanı Benyamin Netenyahu için ‘Açık Bir Kopuş: Küresel Güvenlik İçin Yeni Bir Strateji` adlı bir rapor hazırlamıştı. Raporda İsrail hükümetinin Türkiye ve Ürdün'le işbirliği halinde Suriye'nin zayıflatılması ve kuşatma altına alınması için, Saddam rejiminin yıkılması gerektiği üzerinde durmuştu.
* * *
Biliyorsunuz Ortadoğu, uzun bir süre küresel krizin öncelikli odak noktası olmayı sürdürdü. Ta ki dünyada yeni güç odağı olabilecek kimi ülkelerin küresel güç pazarından pay isteyecek tavırlar içerisine girmesine kadar.
Şu anda küresel güç pazarından pay kapma telaşına düşen başlıca iki ülke söz konusu:
Rusya ve Çin!
Oldukça uzayan Afganistan ve peşinden gelen Irak işgali sonrası Amerika`nın güç ve itibar kaybetmesi, Çin ve Rusya gibi ülkelerin de bu süreçte toparlanmaya başlaması, Sovyet sonrası tek kutuplu dünyanın çok kutuplu bir dünyaya evrilmesi sürecine kapı araladı. Ki oluşmaya başlayan bu yeni sistem “Bölgesel işbirliklerine dayalı çok kutuplu dünya” şeklinde de telaffuz edilmektedir.
Obama dönemi Amerikası`nın yeni oluşmaya başlayan küresel güç dağılımını kabul ettiği izleniminin piyasada kabul görmeye başladığı bir süreçte Trump`un seçilmesi ve uygulamaya çalıştığı yeni küresel politikalar, aslında Amerika`nın küresel güç pazarını başkalarıyla paylaşmaya hazır olmadığını göstermektedir.
* * *
Ortadoğu`nun en önemli kriz bölgesi olduğu geçmiş zaman diliminde buraya dönük Amerika`nın değişmeyen politikası önem sırasına göre şu başlıklar altında sıralanmaktaydı:
1-Ortadoğu`ya egemen olabilecek yeni bölgesel veya küresel bir gücün ortaya çıkmaması,
2-İsrail`in güvenliğinin korunması,
3-Petrol sevkiyatının akışının emniyette olması,
4-Bölgede yerleşik statükonun devam ettirilmesi.
Değişen şartlar ve yer değiştiren iktidarlar açısından Ortadoğu politikasının ana başlıkları önem derecesine göre yer değiştirse de Amerikan politikasının ana omurgasını teşkil eden dört temel madde hiçbir zaman değişmedi.
* * *
Şu anda küresel kriz noktaları çeşitlenmiş durumda.
Ortadoğu halen kriz bölgesi olmayı sürdürüyor. Buna ek olarak Rusya ve Çin`in küresel güç pazarından pay devşirme temayülleri, kriz noktalarının çeşitlenmesinin başlıca nedenleri olmuş durumdadır.
Kriz noktalarına müdahil olma noktasında Amerika`nın öncelikli hedefi, küresel veya bölgesel bir başka gücün ortaya çıkmasına engel olmaktır.
Ukrayna, Baltık ülkeleri ve Doğu Avrupa`ya yaptığı tahkimat üzerinden Rusya`yı kuşatma sebebi, Rusların yeni bir küresel güç olma hevesini bloke etmektir.
Çin`e yönelik geniş bir kuşatma kuşağı Obama döneminden beri oluşturuluyor. Pasifik bölgesine kayan Amerikan askeri gücünün temel sebebi budur. Son günlerde aniden alevlenen “Kuzey Kore tehlikesi” ve buraya yönelen savaş gemileri, aslına bakılırsa Çin`e verilen önemli bir mesajdır. Tıpkı Suriye`ye yönelen ani sertleşmenin Rusya`ya mesaj yüklü olması gibi.
Trump`un Suriye ile başlayan ve Kuzey Kore ile devam eden salvolarından önce Ortadoğu`nun Amerika açısından ikinci plana düştüğü, asıl hedefin Pasifik bölgesi olduğu yorumları yapılırdı. Aslında bu yorum tamamen doğruydu ve halen de geçerliliğini korumaktadır.
Ancak ikinci plana düştüğü değerlendirilen Ortadoğu`da Trump`tan sadır olan yeni öfke dalgası, yine Rusların Ortadoğu`da oluşan güç boşluğunu doldurmak suretiyle küresel aktör olma yolundaki atılımıydı.
İkinci neden ise Ortadoğu politikasının değişmeyecek olan ikinci maddesi kapsamındaki İsrail`in güvenliği faktörüdür.
Amerika, küresel ölçekte kendisiyle yarışacak bir rakip istemediği gibi, israil`in güvenliğini tehlikeye sokacak her hangi bir bölgesel girişime de sessiz kalmaz. Burada “bölgesel girişim” açısından kimisinin “Direniş ekseni”, kimisinin “Şii yayılmacılığı” olarak nitelediği İran`dan Lübnan ve Gazze`ye uzanan eksen, şu sıralar israil`in siyaset, diplomasi ve medya çevrelerinin “Tehdit” listesinde bir numaralı madde konumundadır.
Özet olarak;
Amerika`nın iki kırmızı çizgisi halen devam etmektedir:
1-Küresel/Bölgesel siyasi, ekonomik ve askeri güç arayışlarını varoluşsal tehdit olarak görmek. Dünyanın her yerinde bu geçerlidir.
2-israil`in güvenliği. Bu da özellikle Ortadoğu için geçerlidir ve mevcut statükonun da garantisidir.
Bunun dışında Amerikalılar için başka kırmızı çizgi yoktur. Kimyasal da dahil!