Suriye'nin geleceği, Astana ile yeni bir evreye girmiş durumda. Ama oluşan yeni evreyi kalıcı çözüm olarak algılamak hayli zor.

Astana, “Bölgesel” olması yönünden çözüm yolunda bir umut barındırsa da, belki yerinde bir adım, ama çok geç kalan bir girişim.

Bölgesel çözüm girişimleri, bölgesel olma niteliğini aşmamış sorunların çözümünde etkili olabilir. Ancak uluslararası niteliğe bürünmüş sorunlarda daha ziyade pansuman işlevi görebilir.

Suriye'deki sorunun niteliği oldukça çetrefilli. Çıkış yeri ve çevresini etkileme potansiyeli bakımından ilkin “Bölgesel” bir nitelik şeklinde belirse de, müdahil olan güç odakları yönünden bakıldığında başından beri uluslararası bir niteliği de beraberinde getiriyordu.

Kaldı ki zaman ilerledikçe sorun “bölgesel” nitelikten hayli uzaklaştı. Dört dörtlük bir uluslararası sorun şekline büründü.

Astana süreci, sorunun geleceğinin test edilmesi yönünden bir karineye dönüştü. Türkiye, Rusya ve İran her ne kadar soruna el koyarak “bölgesel” bir insiyatifle üstesinden gelme çabası içerisine girdilerse de, ortaya çıkan görüntü, bunun hiç de kolay olmayacağını gösterdi.

Astana süreci; Türkiye ile İran'ın Suriye krizinin çözümünde hala birbirlerine güvenmediklerini bir kez daha ortaya koydu. Çözümü hedefleyen iki partner değil, sanki süreci kendi lehlerine yontmaya çalışan iki rakip görüntüsü ortaya çıkmaya devam etti. Görüşme masasına hâkim olan havanın durumunu tam bilemesek de, tarafların kontrolündeki medya organlarına yansıyan hava tam da buydu.

Astana sürecinin eli güçlü tek aktörü Rusya olarak belirdi. Birbirlerine güvenmeyen iki partner olarak İran ve Türkiye'nin ayrı ayrı Rusya'ya duydukları güven, Rusya'yı sürecin kilit ülkesi konumuna yükseltti.

Muhaliflerin durumu ise daha berbat. Astana sürecine karşı muhalifler üçe bölündü. Sürece katılanlar, katılmayıp bekle-gör pozisyonu alanlar ve şiddetle karşı çıkanlar…

Altmıştan fazla ülkenin müdahil olduğu Suriye sahasında her bir blokun belli muhalif gruplar üzerinde etki sahibi olduğu gerçeği var. Uluslararası aktörlerin Astana girişiminden hoşlanmadıkları gerçeği de sır değildir. Astana'ya yaklaşımları, bu sürecin Cenevre trafiği için bir hazırlık aşaması olması gerektiği yönündedir. Daha fazlasını kabule hazır değiller zaten.

Uluslararası aktörlerin yan baktığı, muhaliflerin üçe bölündüğü, üç partnerden ikisi olan İran ve Türkiye arasındaki güvensizlik gibi faktörler, doğrusu Astana sürecinin geleceğini çok da parlak göstermemektedir.

Bu gibi faktörlerin etkisiyle olacak ki, ne muhalifler, ne rejim, ne de Türkiye-Rusya-İran üçlüsünün Astana'daki temsil düzeyi, Cenevre görüşmelerindeki temsil düzeyine bile ulaşmadı, hatta çokça gerisinde kaldı.

Astana süreci nereye varacak?

Astana'ya damga vuran üç ülke dışında sahadaki gruplar üzerinde etkisi olan Suudi, Katar gibi ülkelerin tavrı hangi yönde şekillenecek?

Sahada önemli bir ağırlığı bulunan Amerika'nın tavrı ne yönde olacak?

Astana'dan sonra top yeniden Cenevre sahasına şutlandı. Cenevre demek, daha fazla uluslararası aktörün sürece müdahil olması demektir. Ki bu da müdahil aktörler arasında daha fazla çelişkinin öne çıkmasına ve çözüm olasılığının daha da zorlaşması anlamına gelmektedir.