Suriye ve Irak, her ne kadar Amerikan mezalimini vurgulamak için hep aynı cümleler içerisinde kullanılıyorsa da her iki ülkede yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda yaşadıkları buhranların niteliği aslında farklıydı.

Irak`ta şekillenen iç dengeler başlıca üç temel dinamik üzerine oturmaktaydı;

Kürtler, Şiiler ve Sünniler.

İşgalin başından beri hep dillendirilen senaryo ise, Amerikalıların “Irak`ın bütünlüğü” şeklindeki sahtekâr vurgularının aksine ülkenin üçe bölünmesi planlarıydı.

Irak içerisinde homojen olmayan demografik dağılım, ülkenin daha fazla paya bölünmesine zaten ihtimal bırakmamaktaydı.

Irak üzerine kurulan üçe bölünme senaryosu, aslında belki de Ortadoğu`da oluşturulmak istenen yeni düzen için öngörülen modelin ilk adımıydı. Oysa Suriye “deneyiminin” öne çıkması, burası üzerinden uygulanan modelin daha fazla pişirilip olgunlaştırıldığını, dolayısıyla rol modellikte Suriye`nin Irak`ın önüne geçirilmek istendiğini görmek mümkün hale gelmektedir.

Heterojen yapısından dolayı Irak`ın üçe bölünmesi, Irak`a nazaran demografik açıdan daha fazla homojenlik arzeden Suriye`yi mantıksal bir bölünme temeline oturtmak daha zor olmalıydı. Ancak büyük projelerin en önemli özelliklerinden biri de zor olanı başarmaktı ve Amerika bu zoru başarmak için elinden geleni yapmaktadır.

Suriye`deki durum, şu andaki haliyle neredeyse eski Roma`nın “Şehir devletlerini”  andırmaktadır. Gücü elinde bulunduran her fırka kendi mıntıkasında hakimiyet kurmuş durumda ve daha da kötüsü hepsi de birbirleriyle kanlı bıçaklıdır. Bu durumun hem Suriye hem de bölgenin geleceği açısından “kaos” kavramıyla nitelendirilmesi, aslında Amerika açısından uygulanan planın ne kadar sağlıklı işlediğinin göstergesidir.

Suriye`de deneyimlenen “Kaos modeli”, beraberinde getirdiği yayılmacı özelliğiyle tüm bölge ülkelerini etkilemektedir. Şu anda Musul üzerinden oluşturulan hava, kaos modeline uygun olarak Irak`ta uzun yıllardır stabilize bir hal almış bulunan üçe bölünmüşlüğün fiili durumunu daha da karmaşıklaştırarak Suriyeleştirilmesi yolunda start aldığını göstermektedir.

Irak, büyük ihtimalle bundan böyle “işgal öncesi” ve “işgal sonrası” diye anılmayacaktır; Bunun yerine “Musul öncesi” ve “Musul sonrası” diye anılmaya başlanacaktır. Musul öncesi Irak, işgal sonrası bildiğimiz, kanıksadığımız Irak olarak kavramsal nostaljinin hatıraları arasında anılacaktır. Bu durum, ileriki zamanlarda “stratejistler” tarafından ne şekilde isimlendirilir bilinmez, ama Musul sonrası Irak, bölünmenin, çatışmanın, Kürt-Şii-Sünni üçlemesinin ötesine taşınarak şehir şehir, kasaba kasaba çekişme ve çatışmaların yaşanacağı bir Irak portresi olarak yeni kavram haritamızda yerini alacaktır.

Şartlar bazen kimi hesaplaşmaları gün yüzüne çıkarır, bazen de erteletir. Irak`ta çekişme ve hesaplaşmalar Musul öncesine kadar başlıca “Kürt-Sünni-Şii” kesimler arasında cereyan ettiği için her bir grubun kendi arasındaki muhtemel çekişmeleri deyim yerindeyse “te`hir” edildi. Oysa ne Şiiler, ne Sünniler, ne de Kürtler kendi aralarında yekpare değildirler. Emperyalizmin en ciddi başarılarından birisi de kendi içlerinde yekpare olmayanı aynı familyalar arasındaki küçücük nüans farklılıklarını bile başarılı bir şekilde çatışmalara tahvil etmesidir.

Şimdiki Irak`ta kendi iç tartışmaları en az görülen kesim Şiilerdir, kaldı ki onlar da tek parça değillerdir. Oysa Sünniler ve Kürtler arasındaki çekişmeler hiç de azımsanacak gibi değildir. En basitinden Kürtlerde Erbil ile Süleymaniye arasındaki çekişme, Erbil ile Bağdat arasındaki çekişmeden daha az değildir. Sünni kesimde ise durum daha da vahimdir. Nitekim IŞİD`in hedefe konulduğu Musul operasyonu ile başlayan operasyonel cephedeki çekişmeler, Kerkük, Telafer ve bunları takip edecek başka kentler üzerinde dolaşmaya başlayan kara bulutlarla çatışmaların yönünün her an sürprizlere gebe olduğunu göstermektedir. Bu vahim ihtimal, Suriye`den sonra ikinci bir kaos dalgasına gebedir ve bu kez geride kalan diğer bölge ülkeleri daha fazla yan etkilere maruz kalacaklardır.

Yine herkes “kaos” diyecek, herkes önlemlerden bahsedecek, herkes Washington`dan yükselecek “önerilere” odaklanacak, oysa Washington açısından bu kaos, kontrol dışı ya da öngörülemeyen cinsten bir kaos olmayacak. Tam tersine Washington için bu durum “kontrollü kaos” olacak ve bu kaos modelini ajandadaki bir başka hedef ülkeye çevirecektir.

Bu senaryo, aynı zamanda Amerika`nın öngördüğü yeni “Bölgesel şekillenme” senaryosudur ve bu yolla bölgesel bazdaki tüm farklılıklar üzerinden önce güvensizlik oluşturmak, sonra da bu güvensizliği çatışmaya dönüştürmektir. Böylece bugüne kadar beraber yaşamış İslam dünyasının tüm farklı unsurlarını bir daha asla yan yana gelemeyecek şekilde ayrıştırmak ve olabildiğince en küçük parçacıklara ayırmaktır.

Bu dönemde kaos senaryosundan kurtulmak için endişe dolu bakışlarla durumu iliklerine kadar hisseden bölge devletleri ve farklı camiaları, bu oyunu bozmak için safları sıkılaştırmaları gerekirken, tam tersine belli merkezlerde üretilen ayrıştırıcı materyallere sarılarak Amerikan planına en büyük katkıyı sunmaktadırlar. İşte bu durum Amerikan planlarının işlerlik kazanmasında en büyük pay sahibi olmaktadır.

Irak`ta Musul sonrası baş gösteren tehlikeli durumun asıl müsebbipleri ne Şiilerdir, ne Sünnilerdir, ne de Kürtlerdir. Asıl sebep, işgalle başlayan ve günümüze kadar sarkan Amerikan emperyalizminin müdahalesidir, bölgenin geleceği için çizdiği senaryonun uygulanmaya çalışılmasıdır.

Oysa bu senaryoyu bozmak yerine senaryonun bir parçası haline gelerek “kazanım” kapma hayalleri peşinden sürüklenmek, maalesef durumu berbat hale getirmektedir.