Şu sıralar stratejik anlamda Suriye`de yaşananlardan ne anlıyorsunuz?
Doğrusunu söylemek gerekirse kafalar allak bullak!
Kimin eli kimin cebinde?
Kim, kimle müttefik?
Kim hangi hedefin peşinde?
Her şey o kadar iç içe geçmiş ki…
Hani derler ya, “At izi it izine karışmış” diye.
Suriye`nin en “net” tablosunda bile at izi it iziyle iç içe iken, şu sıralar yaşanan manevraları ne at iziyle ne de it iziyle izah etmek o kadar zor ki!..
2011`de başlayan dış destekli iç çatışmalar, “Cihad” kavramı üzerinden okunmaya çalışıldı. “Dış destek” olanca imkânlarıyla “Cihada” vurgu yaptı.
2013`e gelindiğinde “Dış destekli” “Cihad” vurgusu, yerini ayrış/tır/maya ve IŞİD`le mücadeleye terk etti.
2011`le başlayan safhada farklı eksenler etrafında olsa da kafaların “netleşmesi” aylar aldı.
2013`te başlayan “IŞİD`le mücadele” safhasında da kafalar bunalım evresinden kurtulup hakeza netleşene kadar yine epey zaman geçmişti.
Ve içinde bulunduğumuz 2016 yılı.
Şu anda Suriye`deki gidişat konusunda müdahil tarafların iç içe geçen pozisyonları itibariyle kafalar yine karışık.
İlk günden bu yana değişmeyen kimi tablolar elbette var ve bu gidişle var olmaya da devam edecek;
Sivil katliamlar…
Meskûn mahal bombardımanları…
Göç…
Talan…
Ve yıkım!
Değişmeyen ve yakın süreçte değişmeyecek olan başka tablolar da var;
Suriye`deki savaşın, Suriye halkına rağmen, Suriye dışından tahmil edildiği gerçeği.
Şu tablo ise belki de en acıklısı;
Suriye halkını viran eden savaşın gidişatının Suriye`nin uzağında, iki ayrı “süper gücün” tekelinde bulunuşu…
Şu an ki durum;
2013`le başlayan denklem darmadağın olmuş durumda. Oysa son üç yıldır alışmıştık “IŞİD kılıflı” hamlelere.
Henüz IŞİD sahnede yok iken Suriye`ye dadananlar, bir anda tüm kanlı pozisyonlarını “IŞİD`le mücadele” çuvalına sığdırdılar. Öylesine alıştırılmıştık ki “IŞİD`le mücadele” yalanlarına!
Nihayet IŞİD çuvalı da patla/tıl/mak üzere. Herkesin IŞİD`e odaklandığı bir süreçte IŞİD`in alan hâkimiyeti anlamında Suriye`de tutunması artık imkânsız. Son hedef Rakka. Rakka düştü mü IŞİD gerekçesi de ortadan kalkar.
Peki, ya sonrası?
İşte şu anda yaşanan kafa karışıklığı tam da bu noktada nüksediveriyor.
IŞİD sonrası için Suriye`deki kanlı sürecin devamı amacıyla yeni bir denklem oluş/turul/mak zorunda.
Amerika ve onlarca Batılı müttefik bir yanda; Rusya ve müttefikleri diğer yanda! Tam da yeni denklem için kartlar karılmaya çalışılırken Türkiye doğrudan müdahaleye başladı.
Suriye sahası bir bataklık ve Türkiye aniden bu bataklığa dalıverdi.
Türkiye, pozisyonunu uluslararası arenada meşru göstermek için ABD koalisyonu ile işbirliği içinde görünmek zorunda. Aksi bir tutum, “işgalci” reddiyeye dönüşebilir. Oysa ne Türkiye ABD`ye güveniyor, ne ABD Türkiye`ye güveniyor. Bu zoraki ilişki nereye kadar sürecek, belli değil.
Rusya ve müttefikleri Türkiye`nin ani manevrasını yumuşak kınamalarla geçiştiriyor. Gelişen Türk-Rus ilişkisinin kazandığı derinlik mi, yoksa Rusların Türkiye ile ABD arasında yaşanabilecek muhtemel zıtlaşmalardan nemalanmak için “bekle-gör” politikasını uygulamakla mı bu durum açıklanır, henüz netleşmiş değil.
Türkiye, koridoru bloke etmekle meşgul; ABD ise koridordan yana.
Rusya ve Suriye`nin koridor bakışı tahmin edilebilir, ama henüz takınılmış net bir tavır yok.
PYD`nin ABD`ye güvenerek takındığı “Dünyayı kurtaran adam” tavrı nereye kadar sürecek?
Küresel, bölgesel ve yerel düzeyde olmak üzere Suriye sahasında sayıları yüzlerle ifade edilebilecek kadar devlet ve örgütler var. En son “IŞİD`le mücadele” adı altında statik bir müttefiklik ilişkisi oturtulmuştu. IŞİD varlığının giderek gerilemeye başlaması, IŞİD sonrası yeni bir döneme de kapı aralayacaktır. ABD ve koalisyonu, Suriye`deki iç savaşı sürdürmek için yeni hedefler ortaya koyacak, “Mücadele” için yeni düşman odaklar tesis edecek. Bu durumda Rusya ve müttefikleri de Amerika`nın yeni konseptine göre pozisyonlar belirleyecek.
Şu anda Suriye sahasında “ittifak/müttefik – dost/düşman” pazarı allak bullak olmuşsa, bu durum IŞİD sonrasına hazırlık evresinin sancıları olarak karşımızda durmaktadır. Çatışmaların müsebbibi olarak son üç yıldır öne sürülen IŞİD`in varlığı büyük oranda etkisizleştirilse bile Amerikan planlarına göre çatışmalar durmayacak, yeni bir evreye dönüştürülüp bambaşka formatlarla sürdürülmeye devam edilecek.
Şunu unutmamak lazım;
Özelde Suriye, genelde Ortadoğu sahasında oyun kurucu güç hala Amerika`dır. Başta Rusya ve son hamlesiyle Türkiye de dâhil diğer güçler sadece “oyun kurucunun” oyununu nasıl bloke edebilecekleriyle ilgili hamleler yapmaktadırlar.
O halde IŞİD varlığı tamamen ortadan kalksa bile Amerika Irak`ta olduğu gibi Suriye`de de çatışma evrelerini uzatmak istemekle neyi amaçlamaktadır?
Şüphesiz ki bununla ilgili çok sayıda neden ileri sürülebilir. Ancak ileri sürülebilecek tüm faktörlerin gelip düğümleneceği nokta, tüm Ortadoğu genelinde farklı din, ırk, mezhep gibi ayırt edici unsurlar üzerinden geniş kapsamlı bir çatışma ortamı peydahlayarak bu coğrafyada yaşayan halkların bir arada yaşama umutlarını tamamen tüketmektir.
Demode olmuş Sykes-Picot`a karşın Amerika`nın yeni bir bölgesel dizayn peşinde olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Aslında Irak`ta alıştığımız, Suriye`de kanıksamaya başladığımız farklı aidiyetlere mensup toplumsal katmanlar arasındaki iç çatışmalar, çokça zikrettiğimiz Amerika`nın yeni bölgesel dizayn politikasının ta kendisidir.
Bu plan en net biçimde Irak`ta uygulandı, sonra Suriye`ye taşınarak sürdürüldü. Bu plan Irak`ta bloke edilebilseydi belki Suriye`ye taşınmazdı. Suriye`de bloke edilemezse başka ülkelere de taşınacağından kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Bu ateşin taşınmak istendiği sıradaki ülkenin Türkiye olduğunu 15 Temmuz vesilesiyle yakinen müşahede etmekle kalmadık, aynı zamanda yakılan ateşin artık Suriye sınırları içerisinde bloke edilebileceği ihtimalinin de kaybolmaya yüz tuttuğu gerçeğini de görmüş olduk.
Plana göre Ortadoğu`da farklı aidiyetlere mensup tüm taraflar birbirleriyle çatıştırılarak bir arada yaşama olanakları tamamen tüketilecek. Mevcut ülke yapıları işlemez hale gelecek, kötünün kötüsü/iyisi fark etmez, yerleşik otoriteler işlevselliğini yitirecek ve bildik yerlerden her gün kulaklarımıza üflenen “Halqların demoqratik yönetimi” türü garip bir düzensizlik/kaos tablosu oluşacak.
Artık herkesin bir “düzen” arzulayacağı ortam sağlanınca da Amerika, kursağında taşıdığı bir alternatif ile kurtarıcı rolünü oynamaya koyulacak.
Sahi, sürekli pohpohlanan ne idüğü belirsiz “Halqların Demoqratik Yönetimi” sloganını içselleştirenleri Amerika neden canı pahasına koruyup kollamaya çabalamaktadır?
Yoksa yeni dizayn politikası yolunda bir “Demoqratik model mi” tesis etmeye çabalamaktadır?
Ya da şöyle soralım;
Batı`nın onayı, ısmarlaması ve desteği olmadan “Halqların Demoqratik Filozoflarının” kendi başlarına bir “proje” üretip Kürtleri bu projeler için “kobay” olarak kullanma iradeleri var mıydı?!
Bölgesel bazda kışkırtılan iç çatışmalardan yola çıkarak “Halqların Demoqratik Yönetimi`ne” doğru gelmek “Tümdengelim” yöntemi ise,
“Halqların Demoqratik Yönetimi`nden” yola çıkarak iç çatışmaları körüklemek de bir nevi “Tümevarım” metoduna tekabül etmektedir.
Hangisinden tutarsanız aynı sonuca varırsınız:
“ABD`nin yeni dizayn politikası” ve takip ettiği yöntem!
Elbette Amerika`nın olası şeytani planlarını zikretmek, her şeyi başaracağı anlamına gelmemelidir.
Nitekim Beyaz Saray`dan yükselen sert açıklamalarla ya da 6.Filo`nun demir almasıyla eş zamanlı olarak ülke yönetimlerinin kanlı darbelerle alaşağı edildiği dönemler epey geride kaldı.