Türkiye`de şu an her seferinde tekrarlanan “iç siyaset” dizaynının en sert rüzgârları estiriliyor. Normalde kendi çaba ve imkânlarıyla bir kasabayı bile etkileme gücünden uzak olan ve normal şartlarda asla bir araya gelemeyecek durumda bulunan düzinelerce “muhalif grup/örgüt”, birlikte olağanüstü bir performans sergiliyor.

Olumlu ya da olumsuz olduğuna bakılmaksızın hükümetin attığı her adım, CB`nın ağzından çıkan her söz, devreye konulan her uygulama olağanüstü bir kampanyaya dönüştürülerek medya ve siyaset gündemi adeta esaret altına alınıyor.

“İç dizayn” çabalarının, peşkeş çekilen “Kürt kanıyla” sulanması, çapsız grupların performansına adeta doping etkisi yaptırıyor. Dünya gündeminde kıymete binebilecek her türlü argüman kullanılıyor, farklı tondaki gruplar argüman paslaşmasında fevkâlade bir performansla ilan edilmemiş bir “Komünal dayanışma” örnekliği sergiliyorlar.

Normal şartlarda her “muhalif grubun” kendine has jargonu vardı, aidiyeti ele veren ses, söz ve sloganları vardı. Ancak gruplar arası “Komünal dayanışma” o kadar iç içe geçmiş ki, artık ortaya atılan iddiaların, atılan sloganların, yürürlüğe konulan yakıcı-yıkıcı projelerin menşeini ilk etapta tespit etmek neredeyse imkânsız.

PKK, Paralel gibi konuşuyor; CHP, MLKP gibi konuşuyor; Paralel, HDP gibi konuşuyor; Kemalist, Apoist gibi konuşuyor; F.Gülen, Duran Kalkan gibi konuşuyor; C.Bayık, Kılıçdaroğlu gibi konuşuyor vs vs… “Komünal dayanışma” her yönüyle kendini belli ettiriyor.

Ankara`dan Pensilvanya`ya, Kandil`den Washington`a müthiş bir ahenk ince ince işliyor, işletiliyor.

“Beddua kültürünün” bu denli “Kosmos kültürüyle” harmanlanarak “devrimci cephenin” inşasına dönüşmesinin içerdeki görünür yansıması “iç siyasetin dizaynıyla” alakalı yönüne tekabül etse de bu birlikteliğin kuvvetli bir organizatörün “varlığına ve birliğine” işaret ettiği gerçeğini artık hiç kimse gizlemiyor. “La” çekerek “otoriteyi” reddeden “devrimci cephe”, “İlla Amerika/Batı” diyerek tabi olup emir aldığı “uluhiyet makamlarını” açıkça yüceltiyorlar.

“Devrimci dayanışma” bu şekilde tıkır tıkır işlerken hükümetin sergilediği performans ise içler acısı durumda görünüyor. Bunun “devrimci jargondaki” karşılığı ise deyim yerindeyse dört dörtlük bir “Karşı devrimci / Kapitalist çürümeden” öteye gitmiyor, gidemiyor.

Hükümet/devlet cephesi, “Devrimci rüzgarın” estirildiği ana merkezleri çok iyi biliyor. “İç siyaseti dizayn” çabalarının ana dinamiğinin yürütülen, belki de yürütülemeyen “dış politika” ile doğrudan bağlantısının olduğunu da sadece taraflar değil, herkes biliyor. İşte asıl çıkmaz da hükümet açısından bu noktada başlıyor.

Washington`dan üflenerek içerde rüzgara dönüştürülen “Devrimci dalga”, dış politikada yaşanan saplanmışlık halinin Obamacı tezler doğrultusunda yeniden güncellenmesini dayatıyor. Hükümet/devlet, bu durumun farkında olmasına karşın farklı/etkili alternatifler üretmek yerine “kuşatmayı” arkadan dolamak adına Washington`a sadece sitem etmekle kalmıyor, aynı zamanda Suudi-israil eksenine kilitlenerek “ana merkeze” bağlılık noktasında “Devrimci cephenin” önüne geçmeye çalışıyor.

Türkiye`nin yürüttüğü dış politika resmen SOS veriyor. Irak politikası yürümüyor. Suriye politikası tamamen çöktü. Hatta çökmekle kalmadı, olumsuz yansımalarıyla yüz yüze kalmanın şaşkınlığı yaşanıyor. Kendisi herhangi bir politika üretemiyor, Amerika`nın değişen bölgesel politikalarına da mesafeli duruyor. Türkiye`yi Ortadoğu`daki bölgesel politikaları için harekât üssü, Türkiye`nin kendisini de stepne olarak kullanma alışkanlığındaki Amerika bu duruma razı olmuyor. Bunu değiştirmek için de içerdeki dağınık hücrelerini uyandırarak harekete geçiriyor. Bu şekilde “Devrimci cephe” şaha kalkarken hükümet her zamanki gibi mağduriyet rolünü icra etmeyi sürdürüyor.

Mağduriyet rolünün seçim süreçlerinde gayet işe yaradığı biliniyor. Muhtemel anayasa/başkanlık referandumu için mağduriyet rolünün bir nebze de olsa yine işe yarayacağı da söylenebilir. Oysa içerdeki “devrimci cephenin” başkaldırışının dış politikada büyük oranda taviz ve kırılmalara sebebiyet verdiği/vereceği gerçeği de kaçınılmaz hale geliyor.

Türkiye, iddialı bir “bölgesel politika” yürüttüğünü iddia ediyor, ama dış politikada işbirliği yaptığı aktörler sürekli “bölge dışı” aktörlerden oluşuyor. Sanırım temel çelişki de burada nüksetmeye başlıyor. Çünkü “bölge dışı” aktörlerin karşı çıkmasından dolayı “bölgesel aktörlerle” iş tutamıyor.

Son olarak maruz kaldığı Washington kaynaklı “Devrimci tazyikin” verdiği mesajı çok iyi okuyor. Ama yine de alternatif sayılabilecek mecralara yönelemiyor. Bunun yerine Amerikan icazetli Suudi ekseni üzerinden “hile-i şeriyye” kabilinden manevralara yeltenerek kuşatmayı bloke etmeye çalışıyor. Suudi-israil işbirliğinin farkında olduğu için de “İsrail ile ilişkileri normalleştirme” manevraları yürütülüyor.

Gelinen noktada “vuruşa vuruşa” Amerika`nın dayattığı politik tezlere başka mecraları takip ederek yanaşmak istiyor.

Son yıllarda bölgesel bazda yaşanan olaylar, artık bölgesel meselelerin çözümünü esas alan bölgesel politikaların, bölgesel işbirlikleriyle mümkün olabildiği gerçeğini gözler önüne seriyor. Bölgenin maslahatı için gereken bölgesel işbirliğinin alt yapısını yok etmek, işbirliği yapabileceği muhtemel partnerleri peşinen mahkûm ederek olası alternatifleri peşinen imkânsız kılmak, ancak alternatifsizlikleri dayatmakla sonuçlanıyor. İşte Türkiye şu anda bu durumun sancılarını yaşıyor.

Açıkçası Amerika, Türkiye`nin en azından yakın dönemde ortaya koyabileceği etkili herhangi bir alternatif dış politikasının mümkün olamayacağını çok iyi biliyor. Ondandır ki Ankara`dan yükselen yanık sesler, Kobani ya da Qamışlo`dan yükselen tok sesler kadar bile Washington`da karşılık bulmuyor. Türkiye`nin tüm çabalarına rağmen bir PKK-PYD ilişkisini bile Washington`a kabul ettirememesinin altında yatan temel neden de dış politikada maruz kalınan alternatifsizlik oluşturuyor.

Alternatif dış politikalar, rakip ülkeler veya ülkelerin oluşturduğu bloklarla muhtemel işbirliği üzerinden üretiliyor. Türkiye, bölgesel bazda Amerika`ya rağmen politika üretebilen hiçbir aktörle şu an barışık değil. Bırakın bir alternatif oluşturabilmek, bölgenin maslahatı için dahi alternatif ülkelerle doğru dürüst bir araya gelemiyor. Herhalde Türkiye için henüz bölgesel patlamaların başında bu tuzak kuruldu ve Türkiye şu anda bu tuzaktan nasıl kurtulacağına dair bir irade bile ortaya koyamıyor.

Şimdilik Suudi-israil eksenine yanaşması da maalesef bir alternatif oluşturmuyor. Sadece içerde ve sınır boylarında estirilen Washington menşeli “Devrimci başkaldırıya” karşı rezerv oranının henüz belli olmadığı tavizlere karşılık bir tedbirden öteye geçmiyor.