Çoğu kimse, DTK/HDK/DBP/HDP=PKK`nin geçen hafta sonu yapılan “Demokratik Özerklik” kongresi sonrasında bölge genelinde toplu bir kalkışma anlamına gelebilecek genel bir “Demokratik Özerklik” ilanı beklerken, kongre, sonuç bildirgesi olarak 14 maddelik bir “çerçeve metninin” ilanı ile yetinmek durumunda kaldı.

Bunda, bir proje olarak “Demokratik özerklik” isminin çatışmaların şehirlere taşınmasıyla beraber ortaya çıkan yıkım, ölüm ve talanın halkın zihninde yer edinmeye başladığı travmaya denk düşmesinin etkisi azımsanamaz.

DTK üyesi Mithat Sancar, bu ortamda yapılan “Demokratik Özerklik” kongresinin amacını, yaşanan sorunları çatışma zemininden alıp tekrar siyasal zemine çekmek olarak yorumladı. Oysa bu kavram artık temizlenemeyecek derecede lekelenmiş, barut kokusu sinmiş, sıçrayan kanlarla yeterince kirlenmiş durumdadır. Böyle bir durumda bu kavramın etrafında dolanarak siyasal zemine dönme arayışlarına ne denli katkı sunulabileceği hususu artık gözden geçirilmelidir.

“Demokratik Özerklik” tarihsel Kürt mücadelelerinin hiçbir safhasında telaffuz edilmiş bir kavram değildir. Bu kavramın “Önderlik” tarafından ortaya atılıp bir bütün olarak PKK ve bileşenlerinin ezberine dönüşmesi, kırk yılı aşkın süren silahlı mücadelenin geldiği nokta itibariyle artık bir çözüm olamayacağı tezinin PKK çevrelerince de tescillenmesinden sonraya rast gelmektedir.

Kırk yıllık silahlı mücadele serüveni sonrası örgütün kendisi büyüdü. Büyüdükçe beraberinde getirdiği sorunlar, yol açtığı komplikasyonlar da büyüdü. Büyümenin beraberinde getirdiği sorunlar artık Kürt sorununun önüne geçti. Kürt sorunundan beslenen örgüt, bu sorunu aşarak bir başka soruna dönüştü.

PKK sorununun Kürt sorununun önüne geçmesinde, devletin yaklaşık son on yılda eski inkârcı ve asimilasyoncu zihniyetinin önemli bir bölümünden feragat etmesinin önemli bir etken olduğunu belirtmek gerekir.

Hani sıkça seslendirilen “Örgüt, kendi örgütsel çıkarlarını halkın çıkarlarının üstünde tutmaktadır” şeklinde bir söylem vardır. Aslında doğruluğundan şüphe duyulmayacak bu söylemi formüle edip kavramsallaştırırsak, şu anda bu söylemle örgütün bu tutumu tam da “Demokratik Özerklik” safsatasına denk düşmektedir.

“Demokratik Özerklik” talebi, Kürt halkının ezici/makul çoğunluğunu devre dışı bırakarak örgüte tahakküm imkânı verecek Stalinist bir statü imkânının tanınması anlamına gelmektedir. Bu talebin sadece “Örgütsel ideolojik statü” arzusu odaklı olduğunu anlamak için bu statüden yana olan PKK dışı marjinal örgütlerin destek ve çırpınışlarına bakmak yeterlidir. “Birleşik Kürdistan” söylemi döneminde derin devletin saflarında yer alıp PKK`nin şahsında açıkça Kürt düşmanlığı yürüten bu çevrelerin, söz konusu “Demokratik Özerklik” safsatası olunca nasıl da hendeklerde sipere yattıklarını görmek, sanırım “Öz Yönetim” talebinin ardındaki niyeti anlamak için yeterli olacaktır.

Hal böyleyken PKK, ilkin “Demokratik Özerklik” talebini halkın talebi olarak tedavüle sokmayı başardı. Bu noktada elde ettiği başarı, geride kalan “Çözüm sürecinin” örgüte kazandırdığı avantajlarla gerçekleşti. Devletin boşalttığı sosyal ve siyasal alanı kullanan PKK, kendi örgütsel statü talebi olan “Demokratik Özerklik” kavramını halka mal etmek için hummalı bir çalışmaya girişti, buna da “Özerkliği inşa süreci” adını verdi. “İnşa süreci” boyunca mahallelerde tek tek kapılara giderek “Mahalle/Köy meclisleri”, “Mahalle/Köy komiteleri” adı altında halkı “örgütsel toplantılara” katılmaya zorlayarak her birine hayali bir “meclis/komite üyeliği “ payesi verdi. “Üyelerin” bile anlamını/kapsamını bilmediği bir ütopyanın bağlıları haline getirdi. Örgütten hoşlanmayan, toplantılara katılmak istemeyen halkın üzerinde ise örgüt/mahalle baskısı kurdu, kimilerini tehdit etti, kimilerini de “Süreç” sonrası “Demokratik Özerkliğin” kesin surette yürürlüğe konulacağına, çünkü devlet ile bu yönde anlaşmaya vardıklarına ikna etti. “Süreç” sonrası yürürlüğe gireceğine inandırılan halk, örgütün statü hâkimiyetine mutlak anlamda inandırıldı. Geleceğin örgüt hâkimiyetinde örgütün Stalinist tedhişatından emin olmak isteyen halkın önemli bir bölümü, anlamını dahi idrak edemedikleri “Demokratik Özerklik” sloganları etrafında bir araya getirildi. Oluşan tabloyu nihai bir durum olarak değerlendiren örgüt, çatışmaların tamamen devre dışı kalması olarak algılanan Çözüm süreci boyunca “Demokratik Özerklik” ilanını sürekli daha fazla alan kapmak için şantaj aracı olarak kullanmaya başladı.

Ancak patlak veren çatışmalar ve “Demokratik Özerklik” etrafında “Sürecin” bahşettiği imkânlarla örgütlülük görüntüsü sergileyen halkın mutlak katkısına inanarak örgütün çatışmaları kırsaldan şehirlere indirmesi ile acımasızlığın faturasının en çok halka yansımaya başlaması, halk nazarında bu durumu adeta “Demokratik Özerkliğin” anlamını idrak etmesi sonucunu beraberinde getirdi.

Şu anda yaşanan fiili acımasızlık durumu ile oluşan devasa mağduriyet tablosu, daha önce kuru bir slogandan öteye geçmeyen “Demokratik Özerklik” kavramının gerçekte ne anlama geldiği pratik olarak yaşanarak sokaklarda sergilenmiş oldu.

Örgüte siyasal anlamda destek veren katmanların önemli bir bölümü de dahil olmak üzere insanların, “Demokratik Özerklik” ilan edilen yerlerden can havliyle kaçışıp yaşananlara lanet okumasına karşın, örgütün tüm uzantılarıyla beraber halkın maslahatlarını tekmelemek adına yaşananlara ölümüne sahip çıkması, aslında halkın örgüt nezdinde statü talebi uğruna kolaylıkla harcanabilecek bir ritüel olarak görüldüğünü ortaya koymuş oldu.

“Süreç” döneminde halka mal edildiği düşünülen “Demokratik Özerklik” safsatasının aslında hiç de zannedildiği gibi olmadığını gören örgüt ve piyasadaki görünür yoldaşları, bir yandan çatışmaları alevlendirmek adına tedhişçi yöntemlere sahip çıkarken, diğer yandan belirgin bir şekilde yeniden “siyasal sürece” vurgu yapmaya başlamaları, halkın “Öz Yönetim” ile ilişkisinin beklentilerini karşılayamadığından kaynaklanmaktadır. Çatışmasızlık sürecinde örgütü, “AKP hükümeti ile nasıl siyasal süreç yürütüyorsunuz” şeklinde ayıplayan, silahın devre dışı kalması olasılığı karşısında fazlasıyla panikleyen Sol çevrelerin, hendekler üzerinden başlayan çatışmaların gidişatına paralel olarak bu kez “Siyasal süreç” vurgusuna sarılmaları, sanırım birçok şeyi ifade etmeye yetmektedir.

Son yaşanan çatışmaların seyri ve halkın “direniş” çağrılarını elinin tersiyle itmesi, örgütün büyük umutlar beslediği “Statü beklentisinin” sandıklarının aksine hiç de kolay olmadığını göstermiştir. Hatta söylemlerin ardına gizlenen ihanet dolu niyetlerin açığa çıkmaya başlamasının verdiği panik havası, bir kez daha örgütü siyasal uzantılar üzerinden çatışmasızlığa, diyaloğa ve “Öz Yönetimi” oldubittilere getirmek yerine siyasal alana dönüşüm vesilesi kılma çabalarına sevk etmiştir.

Kısacası örgüt, yeniden siyasal sürece dönmek istiyor. Eksikliklerini, yanlışlarını telafi etmek için yeniden “Süreçteki nimetlere” kavuşmak istiyor. Daha doğrusu eksikliklerini tamamlamak için yeniden devletin kendilerine yardım elini uzatmasını umuyor.

“Demokratik Özerklik” kongresinin “Özerklik ilanını” bir şantaj aracı olarak gündemine almaktan kaçınması ve bunun yerine “kamuoyunda tartışılmak üzere” sadece “çerçeve ilanı” ile yetinmesi, devlete yönelik yeni bir imkân ve fırsat talebi anlamına gelmektedir diyebiliriz.