Medyada sıklıkla Kandil-İmralı-HDP üçlüsü arasındaki ilişki biçimi sorgulanıyor, tartışma konusu yapılıyor.
Bu çelişkiler üzerinden bazen sığ propagandalara varan değerlendirmeler yapılıyor olsa da, ilişki biçimlerinde yaşanan çelişkiler pratikte olduğu gibi sözlü beyanlarda da kendini ele vermekten geri durmuyor.
“Çözüm sürecinde” hükümete yakın medyada, süreci yürüten ekibin izlediği politikalardan kaynaklanıyor olsa gerek, Öcalan`ı yüceltme rüzgârları estirilirken, sürecin olumsuzluklarının faturasının genellikle Kandil ve HDP`ye kesildiği bir dönemi geride bıraktık.
Yaşanan çatışma süreciyle ilgili olarak, gerek Kandil, gerekse HDP, aldıkları konjonktürel pozisyonları nedeniyle çokça eleştirildiler. Hatta PKK`nin bugün çatışmaları şehirlere indirerek yürüttüğü “Öz Savunma ve Hendek savaşları” üzerine yoğunca eleştiriler yürütülmektedir. Oysa şunu herkes biliyor ki, “Öz Savunma” ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak beliren “Hendek projesi”, teorik olarak Öcalan`ın PKK`ye dayattığı “Felsefik teoriler” olmasına karşın, bunu pratiğe döken Kandil hedef tahtasına konulurken, nedense hala bile Öcalan`ı yüceltme seansları yürütülmeye devam ediliyor. Öcalan`ı yüceltme seansları geçen dönemde aleni olarak yapılırken, “projesinin” yol açtığı yıkıma aldırmadan bu kez tartışma konusu yapılmaması, bir başka deyişle “itibarının zedelenmesine” fırsat verilmemesi şeklinde gerçekleşiyor.
***
BBC Türkçe servisi, hafta içerisinde önce Cemil Bayık ile, hemen akabinde Ak Parti D.Bakır Milletvekili Galip Ensarioğlu ile yaptığı röportajları yayınladı. İlginç olan, röportajları konu alan medya organları, Ensarioğlu`nun ve dolayısıyla hükümetin Öcalan`ı “Seroklaştıran”; Bayık`ın ve dolayısıyla Kandil`in Öcalan`ı itibarsızlaştırıp hiçe sayan cümlelerini “Haber başlığı” olarak seçmeyi tercih etmeleriydi.
***
Öcalan ile görüşme ve basın önüne çıkarmayla ilgili sorulara Ensarioğlu`nun verdiği cevaba önce bakalım:
“Bakın, bu bir satranç gibidir. Öyle sizin dediğiniz gibi Öcalan`ı sürekli basın karşısında tutarak anlamsızlaştırırsınız, etkisizleştirirsiniz, itibarsızlaştırırsınız...
Biz Öcalan`ın pozisyonunu korumaya çalışıyoruz, etkin pozisyonunu korumaya çalışıyoruz...
Şu anda devletle Öcalan arasında görüşmeler yapılıyor mu?
Mutlaka…
Ama bu görüşmeler sadece devletin bilgisi dâhilinde…
Devletin bilgisinde. Faydalı olacağına kanaat getirildiği zaman bu, farklı kesimlerle de devam eder.”
Öcalan`a yaklaşım durumu her ne kadar Ensarioğlu`nun “kişisel görüşü” gibi dursa da hükümetin de aynı yaklaşımda olmadığını kimse iddia edemez. Yıkıcı “Felsefi teorilerinin” bugünkü çatışma stiline kaynaklık etmiş olmasına rağmen Öcalan`ın eleştirilerden muaf tutulması, bu yaklaşımın kişisel değil, kurumsal nitelik barındırdığını gösteriyor.
***
Gelelim Bayık`ın Öcalan`ın konumu ve pozisyonuyla ilgili sözlerine...
“Önder Apo orada çarmıkta gerilmiş durumdadır... sürekli baskı altındadır. Ellerinde rehinedir. Güya önder Apo`yla hareketi vurmaya çalışıyorlar. Bunu hiçbir zaman başaramayacaklar. Önder Apo baş müzakerecidir.... Pratiği yürüten biziz. Pratikten biz sorumluyuz, önder Apo sorumlu değil. Önder Apo`nun İmralı`da yapacağı bir şey yoktur o anlamda.
Sürecin asıl muhatabı kim?
Bir tarafı hükümettir, devlettir, bir tarafı Apo`dur, PKK`dir ve Türkiye`de demokrasi güçleridir, HDP`dir.
“Pratik bizde “dediniz... Mesela silahlı güçlerin yurtdışına çekilmesi gibi bir karar ancak ve ancak buradan mı alınabilir?
Evet. Onun kararını ancak biz veririz, başkası veremez. Ne HDP verebilir ne de önder Apo verebilir. Önder Apo rehinedir ellerinde. Önder Apo bu koşullarda hangi kararı verebilir?
Onun öyle bir olası çağrısı olursa...?
Olamaz. Olsa da biz karar veririz. O bizi ilgilendiriyor çünkü pratiği biz yürütüyoruz. Silahlı güçlerin çekilip çekilmeyeceğine biz karar veririz, başkası karar veremez.”
***
Ortada devletin/hükümetin “itibarını” korumaya özen gösterdiği bir Öcalan portresi; hemen karşısında Kandil`in/Bayık`ın “itibarını” hendeklere gömmek istediği ayrı bir Öcalan portresi duruyor.
“Silahlı güçlerin yurt dışına çekilmesi çağrısını yaparsa” sorusuna karşın, Bayık`ın Yeşilçam repliklerini aratmayan “N`olamaz!” tarzındaki keskin itirazı, Kandil`in Öcalan`a dair beslediği derin güvensizliğin dışavurumundan başka bir şey değildir.
Kandil`in/Bayık`ın Öcalan`a karşı duyduğu güvensizliğin nedenleri ne olabilir, gibi bir soru ister istemez hemen belirivermektedir.
Evvela şunu belirtmek gerekir ki; Kandil, Türk-Amerikan ilişkilerinin Ortadoğu ve Suriye meselesinden dolayı 2013 yılında bozulmasından sonra hükümeti sıkıştırma enstrümanlarından birisi olarak “Türkiye`nin stratejik müttefikleri” tarafından harekete geçirildi. Bunun sonucunda Kandil, İmralı-Ankara hattından koptu. Bu kopuş, “devletle” yürüttüğü hesaplaşmanın odağına “AKP hükümetini” yerleştirdi. Bu durumda İmralı işlevsiz bırakılırken, sonradan başlayacak çatışma sürecine de kapıyı aralamış oldu.
Bayık`a, Öcalan`ın olası silah bırakma ya da sınır dışına çekilme çağrısına karşın “Olamaz” dedirten tümden reddetmeci yaklaşımının ilk sebebi, Bayık`ın/Kandil`in hala AKP karşıtı pozisyon nedeniyle kimi devletlerden yana beslediği umuda olan inancı olsa gerek.
Diğer bir sebep ise, “Devlet ile Öcalan” arasında tekrar başlayacak olası bir “süreç” için pazarlığın temel konusunun örgütün silah/militan gücü olacağı gerçeğidir. Hatta Bayık, her ne kadar “Önder Apo tecrit altında” dese de, “Devlet heyetinin” Öcalan ile görüştüğünden adı gibi emindir ve uzlaşırlarsa pazarlığın temel konusunun örgütün silah/militan gücü olacağını da bilmektedir. Tepkisi ise, sadece ön alma refleksidir.
Çünkü Kandil`in küresel aktörlere, bölgesel rakiplere, Türkiye`deki “Demokrasi güçlerine” verdiği bir sözü vardır!
Çünkü Amerika tarafından “IŞİD`e karşı ortak mücadele” karşılığında yüzde elli oranında satılmasına karşın yeniden hareketlenen Rusya-İran ekseninden yana yeni beklentileri vardır. Bu durumda ne Apo`nun, ne Xalo`nun sözünü dinleyecek hali bulunmamaktadır.
Devlet/Hükümet her ne kadar Öcalan söz konusu olduğunda “Bé Serok Jıyan Nabe!” moduna geçse de, Kandil nezdinde Öcalan bu haliyle artık “Bebek katilinden” öte bir anlam ifade etmemektedir.