Selahattin Özgündüz… Türkiye`deki Caferilerin lideri sıfatıyla anılıyor. Şia`ya mensup birisi olması hasebiyle kendi mezhebini, mezhebinin gereklerini, hatta mezhep üzerinden yapılan kara propagandalara karşı savunma refleksini anlayışla karşıladığımızı ifade etmek isterim.
Lakin adı sanı pek duyulmayan Türkiye`deki başka kimi Caferi liderleri geçinen bazıları gibi “savunma refleksinden” hareketle bariz bir Sünni düşmanlığı peydahladıklarını neredeyse tüm konuşmalarında görmek mümkündür.
İster Aşura etkinlikleri kapsamında, isterse Gadir-i Hum bayramı münasebetiyle düzenlenen etkinliklerde söz konusu günlerin ehemmiyetlerine vurgu yapmak adına geliştirdikleri mezhepsel replik tamamen Sünni düşmanlığı üzerine odaklanmaktadır.
Şöyle bir kurgu geliştirmiş durumdadırlar; Mezhepsel tartışmaların tarihsel arka planından başlayarak günümüz siyasi meselelerine doğru mezhepçi bir potpori sunmaktadırlar.
Mesela Selahattin Özgündüz`ün son Aşura konuşmasında yaptığı gibi…
Şia`yı överken somut ülke veya hareketleri mezheple bütünleştirerek göklere çıkartırken, Sünniliği veya Sünni çizgideki hareket ve cemaatleri bulundukları yöre, ülke veya coğrafi isimlerle niteleyerek kendince “Yezid`in yandaşlığına” mahkûm etmektedir.
Örneğin İran`ı veya Lübnan Hizbullahı`nı mezhepçi vurgularla bütünleştirerek sunarken, karalamak istediği başka hareketleri ismen zikrediyor ama mezhep yerine coğrafi kavramlarla bütünleştirerek kendince geliştirdiği terminolojisiyle dikkatleri mezhepçilikten çoğrafi konumlamaya yöneltip hedef şaşırtıyor.
Yani övdüğü Şia`nın muadili olarak yermek istediği Sünniliği değil de belli bir coğrafya ile geçiştirerek mezhep tüccarlığının aldatıcı versiyonunu perdeye yansıtıyor.
Somutlaştıralım…
Son konuşmasında mezheple coğrafyayı karşılaştırma kurnazlığına yönelirken verdiği şu örneğe bakalım:
“Burda Hizbullah türer, Ali Şia`sının dışında, domuz bağıyla kadınlı-erkekli, irili-ufaklı insanları diri gömer. Lübnan`da Şia`dan Hizbullah türer, Amerika`yı, İtalya`yı, Fransa`yı, İngiltere`yi ve İsrail`i, bir kaç yüz gençle hepsini söküp ülkesinden dışarı atar. Şia`dan Hizbullah böyle çıkar.”
Dikkatinizi çekerim. “Buradan Hizbullah çıkar” ve “Lübnan`da Şia`dan Hizbullah türer… Şia`dan Hizbullah böyle çıkar!”
Karşılaştırdığı iki ana kelime “Buradan ve Şia`dan!” Aslında dikkat çekmek istediği, “Sünnilerden ve Şia`dan”, ama böyle doğrudan beyan ederse mezhepçi kurnazlık kendini ele verecek ya, basit tüccar mantığını devre sokuyor.
Kaldı ki konuşmasının tümünü okuyun, tüm örneklerde bu basit kurnazlığa kaçtığını hemen fark edeceksiniz.
Lafı evirip çevirmeden gediğine koyalım; Özgündüz resmen ve alenen “Tekfircilik” yapıyor. Bizim cenahtaki “Sünni Tekfirciliğin” birebir kopyası… Şia Tekfirciliği!
Hizbullah örneğinden bahsetmişken birkaç kelam daha edelim.
Konuşmasında Suriye`ye, Irak`a da odaklanıyor. Madem öyle, güncel öneme sahip olması hasebiyle de Lübnan Hizbullahı`nı niye Suriye`de çatıştığı Nusra ile karşılaştırmıyor ki?! Çünkü şu anda ikisi Suriye topraklarında doğrudan çatışıyor. Birbirlerinden çok sayıda kişi de öldürüyorlar. Mesela bizdeki mezhepçiler Suriye`de yaşanan ölümlerin en büyük payını Lübnan Hizbullahı`na çıkarıyorlar. Hatta çok daha başka şeyleri de. Mesela Özgündüz`ün içimizdeki muadillerinin gözüyle duruma bakarsak; Suriye`de Esad`ın dahi öldürdüğü “Sünni sivillerin” tümünü “Şii Hizbullah” öldürmüştür. Kezâ Irak`ta da aynı durum söz konusu.
Sünni sivil ölümlerinde aslan payı “Şii Hizbullah`a” kesilirken Selahattin Özgündüz neden Lübnan Hizbullahı`ını bu iddia sahipleriyle karşılaştırmaz da kendi deyimiyle “Buradaki Hizbullah” ile karşılaştırma basitliğine kaçıyor. Kaldı ki “Buradaki Hizbullah”, siyasal gerekçelerle yaşandığı halde mezhep bezirganlarınca ısrarla “Şii-Sünni çatışmasına” indirgenen büyük insanlık dramlarını mezhepsel zemine oturtmaktan en çok kaçınan hareket iken.
Şunun altını tekrar çizelim; başta Selahattin Özgündüz olmak üzere Caferi lideri sıfatıyla ortalıkta dolaşan birçok kişi, ilgili merasimlerde özellikle mezhepçilik fitnesine odaklanmakta, fitne yaymayı Şii/Caferi üstünlüğü olarak takdim etmektedirler. Cümle âlem “Sünni tekfirciliğe” odaklanmışken, maalesef malum eşhas, “Şii/Caferi Tekfircilik” bayraktarlığına soyunmaktan geri durmamaktadırlar.
Aslında mezhepler üzerinden söz söylemek, yazı yazmak bana göre dünyanın en zor işi. Sünni dünyasında mezhepçiliği “Din” edinmiş kitlelerin yanında Şii dünyasında da mezhepçiliği “Din`in” muadili hatta dinin ötesi yapan nice fitne odakları mevcuttur. Sünni dünyasında mezhebi din sayan gruplar “Tekfirci” sıfatıyla anılırken, Şii dünyasında bazı vicdanlı kesimlerin kendi tekfircilerini “İngiliz Şiası” olarak etiketlediklerini de biliyoruz.
“Sünni Tekfirciliğin” dairesini oldukça geniş tutup saydıran Selahattin Özgündüz`ün bu anlamda “İngiliz Şiası” kavramından özenle kaçınmasının özel bir anlamı var mıdır, onu da vicdanlı Caferilerin takdirine bırakalım.
ULUSALCI/KEMALİST ALEVİLER CAFERİ Mİ?
Daha ilginç bir noktaya odaklanalım. Caferilerin inanç ve yaşam bakımından Türkiye`de yaşayan Alevi geleneğinden çok farklı bir noktada durduklarını biliyoruz. Her şeye rağmen siyasallaşmamış sıradan Alevileri bir tarafa bırakalım. Bugün Türkiye`deki Aleviliğin büyük oranda Ali`yi sollayan Alisizlerin tekelinde olduğu gerçeği ortada.
En has ulusalcılar Alevilerden, en has marjinal Sol gruplar Alevi tandanslı, en kaşarlı ateistlerin çoğu Alevi kesimden, en sadık Kemalistlerin önemli bir bölümü yine Alevilerdendir.
Elbette Türkiye`deki Caferilerin önemli bir bölümünün bu saydıklarımdan beri olduğunu da biliyoruz. Ama Caferiliği tekeline almayı planlayan kimi Caferi liderliği sevdalılarının sırf Alevidir diye en hasından solcusu/ulusalcısı/Kemalisti/CHP`lisi/HDP`lisi ile sarmaş dolaş olduğunu, en İslâm düşmanı sözde Aleviyi en samimi Sünniden bin kat daha “mübarek” gördüğünü hepimiz ibretle izliyoruz.
“Şeriatçı İran” veya “Direnişçi Hizbullah`ın” gölgesine sığınıp Caferilik satan bu zevatların, dün “Kahrolsun Şeriat”, “Molla kendini kolla”, “Mollalar İran`a”, “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganlarıyla öne çıkan Sünni/Şii/İslâm düşmanlarıyla bugün nasıl kolkola girdiklerini, bu kirli ilişki ağının ön saflarında adamlık taklidi yaptıklarını, ilk solukta bunların medyalarında Cafericilik/Şiicilik oynadıklarını ibretle ve esefle izliyoruz.
İran-Türkiye rekabetinin bir sonucu olarak içerdeki Alisiz Alevilerin İran tarafından bir baskı unsuru olarak örgütlendirilmeleri, siyasal projeler ile din/mezhep ilişkilerini aynı zanneden bu tür çakma Caferilerin bilinçaltındaki Sünni düşmanlığını su yüzüne çıkarmıştır. Alisizlerin temelde iman/İslâm alerjisi üzerinden güttükleri Hizbullah cemaati düşmanlığını yapmak, ne yazık ki bu tür karikatür adamlar için adamlık testi halini almıştır.
“Din işlerinde” İmam Humeyni`yi veya benzer taklid mercilerini rehber edindiklerini zanneden bu zevatların;
“Dünya işlerinde” rehberlik merceiyyeti olarak;
Kimisinin “İmam Perinçek”;
Kimisinin “İmam Kılıçdaroğlu”;
Kimisinin de “İmam Demirtaş” biatlı olmaları, ne denli bir siyasal sapkınlık içerisinde yüzdüklerini gözler önüne sermektedir.
İşte siyasal sapkınlığın verdiği bu ruh haliyle “İngiliz Şiası`nın” gönüllü militanlığını da yaparlar, Sünnilerin tümünü tekfirden de geçirirler, mezhepçi cinnete karşı en makul tavrı takındığı halde Hizbullah`a da saydırırlar.
Son olarak belirtmek isterim ki;
Bu tür oyunların içerisinde olanların “mezhepçilik” güdüsüyle ortalığa saçtıkları ifrazatlara cevap verilirken mezhep/çilik zemininden uzak durulması gerekmektedir. Neticede dini hassasiyetleri mezhepçiliğe peşkeş çekenlerin aslında mezhep dertlerinin de olamayacağı aşikârdır. Tek amaçları olabilir, kendilerince tartışma ve atışmaları mezhepsel zemine çekerek amaçlarına varmaktır çünkü.
MEĞER HDP DE SİLAHLANMIŞ!
Yeniden başlayan çatışma süreciyle beraber HDP`li vekil, başkan ve üyeleriyle ilgili ilginç haberler medyaya yansıdı.
Yansıyan haber spotlarından bazıları şöyle;
- HDP Milletvekili Faysal Sarıyıldız, bomba taşırken yakalandı.
- Muş Varto HDP İlçe Eşbaşkanı Halide Aktay`ın evinde 14 adet el yapımı bomba Bulundu.
- Van`da polis ekipleri tarafından yapılan çalışmalarda HDP Edremit İlçe Eşbaşkanı`na ait araçta el yapımı patlayıcı (EYP) yapımında kullanılan 8 adet kalıp ve malzeme bulundu.
- Erzurum Köprüköy HDP ilçe Başkanı H.K.‘nın evinin bahçesinde bulunan arı kovanı içine gizlemiş vaziyette 1 adet Kaleşnikof silah ve 1 adet tabanca ile birlikte, bu silahlara ait mühimmat ele geçirildiği kaydedildi.
- Ardahan`ın Göle ilçesinde, uzun süre HDP ilçe başkanlığı yapan ve son yerel seçimlerde yine HDP`den belediye başkan adayı olan ancak seçilemeyen Mehmet Akif Tekin`in işyerine ve deposuna yapılan baskında, patlayıcı madde yapımında kullanılan bin 100 kilogram amonyumnitrat gübre, 8 piknik tüpü, 200 kilogram çivi, 6 kilogram vida ve 1 akü ele geçirildi.
Bu minval üzere uzayıp giden daha nice haberlerle karşılaştık, kısa süre içerisinde.
HDP, bildiğimiz kadarıyla “Çözüm süreci” boyunca devlet, PKK ve İmralı arasında yürütülen ve en nihayetinde PKK`nin bir şekilde silahsızlandırılmasını öngören görüşme trafiğinde sürece “katkı sunan” bir sivil/siyasi partinin ismiydi.
İki buçuk yıl süren alavere dalavere usulü “Çözüm sürecinin” sonunda silahsızlandırılması öngörülen PKK`nin tam tersine silah stoklarını artırmakla kalmayıp yerleşim birimlerini de kapsayacak şekilde geniş alanlara yaydığı ortaya çıktı.
Devlet/Hükümet, adet olduğu üzere “aldandık” açıklamasıyla vaziyeti idare etmeye çalışırken aslında silahlanan, silah stoklayan yapının sadece silahlı PKK olmadığı, sivil/siyasi kimliğiyle postacılık yapan HDP`nin de benzer şekilde silahlanma cazibesine kapıldığı ortaya çıktı.
HDP üyelerini saymıyorum bile, ama vekil ve eşbaşkan düzeyine kadar sıçrayan silahlanma yarışı, sürecin PKK`ye silah bıraktırmamakla kalmayıp HDP`nin de silahlandığı bir mecraya dönüştüğü ortaya çıktı.
Büyük ihtimalle hem devlet hem de PKK, şartlar azıcık müsait hale geldiğinde yeniden “silahlara veda süreci” başlatacaklardır. Ama bu kez farklı bir durum söz konusu. Silahlı örgütü silahtan arındırma hayalleri kurulurken siyasi görünümlü bir organizasyon olarak HDP`nin silahlanmış olması, herhalde devleti öncelik değiştirmek zorunda bıraktıracaktır.
Öyle ya, sivil bir organizasyonun neredeyse tüm sorumlularının mekânları mühimmat depolarına dönüşmüşken, PKK`nin silah ihtiyacı bile bu mühimmat depolarından karşılanıyorken devletin HDP yerine PKK ile silahsızlanma müzâkerelerine başlaması en azından mantık hatası olacaktır.
O halde önce HDP silahsızlandırılmalı ki, PKK ile silahsızlandırılma müzâkerelerine geçilebilsin.
Gördünüz mü “Çözüm sürecinin” cilvelerini? Silahlı örgüt PKK ile “silahsızlanma” müzâkereleri yürütülürken meğer HDP denen proje parti bile “Silahlı sivil siyaset” tarzına yönelmeyi tercih etmiş!
O halde önce HDP silah bırakmalı ki, sıra PKK`ye gelebilsin!