6-7 Ekim 2014`te Kobani bahanesiyle çıkarılan olayların Kürt halkından ve halka ait dini kurumlardan intikam almaya dönüştürülmesi sonucunda vahşice katledilen Yasin Börü ve arkadaşlarıyla ilgili açılan dava sulandırılma ve rayından çıkarılarak saptırılma girişimleriyle karşı karşıya bulunuyor.
Devlet ve siyasi otoritenin vahşet boyutunda olmasına karşın olayların ilk günlerinde herhangi bir soruşturmaya çok da meyyal olmadıklarını hatırlarsınız. Günler sonra kamuoyunda oluşan infiali daha fazla göz ardı edemeyen bilhassa siyasi otorite, ağırdan aldığı vahşet tablosuna daha fazla duyarsız kalamayarak kolluk kuvvetlerini ve yargı erkini harekete geçirip soruşturmanın açılması yolunda adımlar atmaya başladı.
Katillere yönelik peşpeşe yapılan operasyonlarda yirmi yedi kişi tutuklandı. Tutuklamalarda belirleyici olan iki faktörden birisi mağdurların ifadeleri, diğeri ise “Gizlik tanıkların” beyanları oldu.
Buraya kadar her şey normal gibi görünse de normalin dışında gelişen bazı önemli noktalar da gözlerden kaçmıyordu.
Davaya Vurulan İlk Darbe: Azmettiriciler Hakkında Neden İşlem Yapılmıyor?
Malumunuz olduğu üzere ceza kanunlarında özellikle örgütlü suçlarda suça bulaşan tetikçiler kadar azmettiriciler de önemli bir yer tutar. Olayların ilk fitilini ateşleyen yerel eşbaşkanlardan bir kadının azmettiriciliği sonuna kadar zorlayan ve tüm İslami kurumları hedef alan “D.Bakır`da IŞİD`e ait 400 dernek var” açıklaması hala hafızalardadır. Bunun yanında Öcalan Kardeşler vasıtasıyla HDP`ye ulaştırılıp bizzat Selahattin Demirtaş`ın direktif vermesiyle “Her yeri Kobani`ye çevirin” talimatı, vahşete giden yolda azmettiriciliği en yalın haliyle gözler önüne seriyordu. Nitekim Ülkenin Cumhurbaşkanından Başbakanına, İçişlerinden en alt düzey memuruna kadar halen bile isim zikredilerek dillendirilen “Azmettiriciler” meselesi bu denli ortadayken bunlarla ilgili hiçbir işlemin yapılmamış olması, davaya vurulan ilk darbe oldu. Kaldı ki mağdurlar ve ailelerinin şikâyet dilekçelerinde azmettiricilerle ilgili vahim iddialara yer vermesine rağmen mahkeme nedense bunlarla ilgili herhangi bir işlem yapma yönünde hiçbir adım atmadı.
Bu durum, soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmediğini ortaya koyarken, iddianamenin kabulünden sonra bile ortaya çıkan bazı tuhaf uygulamalar, etkin soruşturmadan yoksun kalan davanın kasıtlı olarak saptırılarak itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı yorumlarını beraberinde getiriyor.
Dava Dosyasında İlk Tahliye / İlk Darbe!
Devlet yönetiminin koro halinde bir bütün olarak dile getirmesine karşın azmettiricileri teğet geçen dava dosyası, ilk şokunu tutuklular arasında bulunan bir zanlının olay günü hastanede olduğu yönünde bir raporla tahliye kuşunu gözünden vurmasıyla gerçekleşti.
HDP`nin sığ sularında kulaç atmakla ünlü basın yayın organlarının davul zurna eşliğinde haberleştirdiği “rapor” haberi sanığa tahliye yolunu açarken, davanın itibarsızlaştırılması bakımından da adeta bir kilometre taşı işlevini görmüş oldu.
Vahşet olaylarında rol alması “Gizli tanık” ifadeleriyle açığa çıkan şahıs, nasıl oluyordu da aynı gün hastanede görünüyordu?
Burada iki ihtimal söz konusuydu; Ya polis gereken özeni göstermeyip o gün hasta yatağında inleyen bir zavallıyı da operasyon torbasına koyarak dosyanın yükünden kurtulma yoluna gitmişti ya da hastane raporu meselesinde garip bir durum söz konusuydu.
Dosyayı yakından takip edenlerden edindiğim bilgilere göre; sanığın karıştığı belirtilen vahşice öldürme hadisesi olay günü takriben saat 17:30 civarında son bulmuş. Rapora istinaden tahliye edilen kişinin hastaneye giriş kaydı ise 18:30!
Örgüt Hastaneleri mi?!
İşin enteresan tarafı ise, gözaltına alınırken hastane kaydından bahsetmeyen sanık, avukatlar aracılığıyla ancak aylar sonra “sürpriz” raporu gündeme getiriyor. Ve bu rapor tahliyenin kapısını aralamaya yetmekle kalmıyor, davanın sulandırılmasına giden yolda adeta çığır açıyor. Raporu veren hastanenin, G.Yaşargil Eğitim Araştırma Hastanesi.
Bu hastanenin 6-7 Ekim olaylarında vahşi kalkışma içerisinde yer alırken yaralanan bu yaralılar için adeta “Örgüt hastanesi” gibi çalışmakla ünlü olduğunu kamuoyu yakından bilir. Aynı dönemde ifşa olan yaralı Vandalların listeleri dışarıya sızdığında bu kez kayıt yapmadan yaralıları tedavi altına alan yine bu hastane olduğunu herkes yakından biliyor. Bunun yanında bu hastanede müdür yardımcısı sıfatıyla çalışan bir görevlinin doktorları örgütleyerek Kobani sınırına götürmekle ünlü olduğu göz önüne alındığında, tahliyeye kapı aralayan raporun ne denli şaibeli olduğunu artık siz hesaplayın.
Katliam fiilinin bitiminden sonra hastane girişinin böyle büyük bir davada ne denli işlevsel olduğunu görmüş olmalılar ki, sonra da olsa diğer bazı sanıklar da sürpriz raporla ortaya çıktığı bilgisi yer alıyor. Bazı raporlar, “Örgüt hastanesi” işlevi gören G.Yaşargil Eğitim Araştırma Hastanesi`nden dosyaya akarken, kimi raporların kaynağı ise, ismi bende saklı D.Bakır`da meşhur bir özel hastaneden alınmış durumda. Bu özel hastanenin en belirgin özelliği ise, bizzat müdürünün Kobani sınırına doktor taşıyan birisi olması.
“Gizli Tanıklar” İtibarsızlaştırılmaya mı Çalışılıyor?
Hal böyle iken raporun mahkeme heyeti tarafından değerlendirmeye alınarak sanıklardan birisinin tahliye edilmesi, sonradan da olsa raporlara kıymet bindirirken, diğer önemli bir husus da, bu kişilerin tutuklanma guma sürüklemektedir.
Sanık yakalanıyor, aylarca içerde yatıyor, sonra sürpriz bir şekilde cezaevinde olduğu yönünde belgeler ortaya çıkıyor. O kadar garip ki…
Acaba bu şahıs yakalandıktan aylar sonra mı o tarihte cezaevinde olduğunu hatırlıyor; yoksa kolluk güçleri mi şahsın bu durumunu göz ardı ederek tutuklanmasını sağlıyor? Her iki ihtimal de son derece vahim olsa da Kasım-2014`te tutuklanan şahsın durumunun geçen Mart ayında ortaya çıktığını bizzat avukatları duyuruyor.
Kaldı ki o tarihte cezaevinde olduğunu varsayarsak bile, ki durum bunu gösteriyor, geçen hafta D.Bakır Valiliği`nin bir PKK`linin yakalanmasıyla ilgili kamuoyuna yaptığı duyuru, doksanlı yıllarda cezaevlerinden alınıp cinayetler işletilen itirafçıların durumunu akıllara getirdi. Yani anlayacağınız, Devlet-PKK işbirliği, yeni bir Murat Kurtboğa hadisesine tekabül ediyor.
Devlet-PKK İlişkisi Sokağa Yansıyan Hali...
Hem Cezaevinde Görünüyor, Hem Sokaklarda Dolaşıyor!
Valiliğin 15 MAYIS tarihli duyurusuna bir bakın:
“Resmi kayıtlarda halen cezaevinde bulunduğu gözüken ancak sahte kimlik ile Diyarbakır ilinde bulunduğu tespit edilen M. Ç. isimli şahıs, 13 Mayıs 2015 tarihinde Sur ilçesi Ziya Gökalp sokağı üzerinde V. B. adına düzenlenmiş nüfus cüzdanı ile birlikte yakalanmıştır. M.Ç.`nin halen cezaevinde gözüktüğü anlaşılmıştır. Terör örgütünün gençlik yapılanmasında olduğu belirlenen M.Ç.`nin, çeşitli terör eylemlerini gerçekleştirdiği tespit edilmiştir. M. Ç.`nin yerine cezaevinde yattığı tespit edilen Ş.Ç.`nin ise M.Ç.`nin kardeşi olup toplam 5 buçuk yıl kesinleşmiş hapis cezasının olduğu tespit edilmiştir.”
Cezaevinde olması gereken ve resmi kayıtlarda cezaevinde gözüken bir suçlunun bu şekilde sokaklarda elini kolunu sallayarak gezmesi, aslında “Gizli tanık” beyanına göre o tarihte katliama iştirak ettiği söylenen kişinin cezaevinde olduğunun neden olaydan dört ay sonra
Zaten olayların seyri, devletin bir bütün olarak çıkan olaylarda takındığı nötr tavır ve ancak kamuoyu baskısıyla adli soruşturmanın açılabildiği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda 6-7 Ekim`de sahnelenen pis senaryonun ne denli bir işbirliğine tekabül ettiğini kestirmek güç olmasa gerek.
“Azmettiricilik” Şantaj Aracına mı Dönüştürülüyor?
Burada sorgulanması gereken husus şu; Devlet bir bütün olarak mı katliamı öngören 6-7 Ekim`deki pis senaryoya iştirak etti, yoksa kumpaslarla ünlü güvenlik birimlerinin insiyatif alarak senaryoyu uygulama durumu mu söz konusuydu? Neresinden bakarsanız bakın, Devlet-PKK işbirliğine dayalı geniş çaplı bir imha ve katliam projesi söz konusuydu. Bugün, sonradan dizayn edilmiş raporlar, cezaevinde gözüken raporlar, cezaevinde olması gerekirken dışarıda tedhişe ayarlanmış militanların ortaya çıkması gibi somut bulgular, acaba o günden bugüne sarkan bir işbirlikçiliğin devamı mıdır? 6-7 Ekim`de PKK ile el ele verip katliam dayatan devlet organları, kendi besledikleri katilleri için rapor, evrak vs dizayn edemezler mi? İşte bunun gibi nice sorular orta yerde duruyor. Devlet erkânının “Çözüm süreci” hatırına saklayıp “Seçim süreci” hatırına bugünlerde kitleler önünde yeni bir şeymiş gibi haykırdığı “Azmettiriciler” hususu göz önüne alındığında acaba neyi amaçlıyorlar?
Siyasi otorite erbabının adli soruşturmadan kaçırılan kimlikleri belli “Azmettiricileri” bugünlerde çokça zikretmeleri, seçim dönemine has bir şantaj aracı olarak mı kullanılıyor? Bak, süreç bozulursa “Azmettirici” olduğunuzu unutmayın mı demek istiyorlar?
Oysa azmettiricilerin olaylardaki rolleri apaçık ortada. Şayet yargılanmaları gerçekten isteniyorsa, seçim havası nedeniyle kamuoyu zaten buna hazırlanmış vaziyette ve bundan daha iyi bir konjonktür de olamaz. Ama söz çok, icraat yok. Bu da ister istemez katliam emri verenler için bunun sadece oportünizmi de geride bırakan basit bir siyaset şantajına dönüştürülüp kullanılmaya çalışıldığını gösteriyor.
Bu tür şaibeli durumlar ortadayken, elbette herhangi bir şahsın katılmadığı bir olaydan dolayı cezalandırılmasına taraf olmadığımızı da özellikle vurgulayalım. Mesela suç isnadına maruz kalan şahıslardan birinin o tarihte askerde olduğunun ortaya çıkması gibi. Dosyaya vakıf olanlardan aldığım bilgiye göre, bu şahıs, gözaltına alındığı andan itibaren, yani diğer sanıkların dört ay sonra hatırlaması gibi değil, ilk anda durumunu bildiriyor. Gözaltı aşamasında yapılan incelemeler, şahsın ikrarını doğruluyor. Gerçek mahiyetini Allah bilir ama, zahire göre şahıs o tarihlerde askerde görünüyor. O halde bu şahsın tahliye edilmesine itiraz edilecek zahiri bir sebep ortada bulunmuyor.
HDPKK, Katil Kimliğini Unutturma Peşinde?
Dava dosyasının diğer bir özelliği ise, D.Bakır`da görülüyor olması. Görülen davanın HDPKK`nin vahşi kimliğini sürekli canlı tutması, bu cenahı derinden rahatsız ediyor. Bundan sıyrılmaya çalışan HDPKK`nin şu anda en büyük uğraşısı ise, dava dosyasını bir başka şehre aldırmak.
DHA kaynaklı bir haber, dava dosyasının İzmir`e alındığı şeklinde oldu. DHA`nın haberinde dosyanın İzmir`e alınması “güvenlik riskine” istinaden Yargıtay kararına bağlanması ise, bunun algı oluşturmak için sipariş usulü üretilen masabaşı bir haber olduğunu gösteriyor. Dava dosyalarının başka illere taşınmasına karar veren Yargıtay değil, Adalet Bakanlığı olduğunu herkes biliyor. HDPKK cephesinin bu yönde çabalar sergilediği de herkesçe biliniyor. Kaldı ki halen bile dosya ile ilgili D.Bakır Ağır Ceza Mahkemesi işlem yapıyor ve bu konuda UYAP`ta da herhangi bir talimat girilmiş değil. Şayet HDPKK`nin bu isteği yerine getirilirse, dosya kapsamında davayı sulandırma ve rayından çıkarma işlevinin yeni bir formatla sürdürülmeye çalışıldığının işareti olacağı değerlendirmeleri yapılıyor.