İşbaşına gelen Biden yönetiminin geçici strateji belgesindeki önemli unsurlardan biri, dış politikada “Demokrasi ve İnsan Hakları” konusuydu. Hatta Dışişleri bakanlığı yetkilileri her fırsatta bu ilkeyi dış politikanın temel taşlarından birisi olarak vurgulamaktadırlar.

Bir sorun olarak “Demokrasi ve İnsan Hakları” kavramının göreceliği, bu kavramı savunucuları açısından çift namlulu bir silaha dönüştürüyor. Bu kavram teorikte gücün gölgesinde yeşeriyor, pratikte güçlünün mühimmatına dönüşüyor.
Küresel düzlemde yeni güç konumlamalarının, güç kaydırma ve yeni askeri üsler inşa etmenin yer aldığı yeni strateji belgesinde “Demokrasi ve İnsan Hakları”nın yer almaması büyük eksiklik olurdu.

Bilindiği üzere yeni strateji belgesinde Rusya’nın dizginlenmesinin yanı sıra Çin odaklı Güneydoğu Asya bölgesinin kuşatılmasına öncelik verilmiştir. Ucuz hammadde, ucuz işgücü, Çin ekonomisinin önlenemeyen yükselişi, Amerikan hakimiyetinin nişanesi olan doların saltanatını tehlikeye atacak alternatif dijital değer ve ödeme sistemlerinin inşası gibi bir çok neden, Amerikalılar açısından küresel meydan okuma olarak algılanmakta ve tehdit sıralamasında en üst basamak olarak değerlendirilmektedir.

Ortadoğu serüveninden iyi bildiğimiz Amerikan politikalarında güç gösterisi ve gözdağının yanı sıra beşinci kol faaliyetleri kapsamında değerlendirebileceğimiz “Demokrasi ve İnsan Hakları” argümanı, Amerikan kabadayılığının meşruiyet postalı olarak en az kitle imha silahları kadar büyük işlevler icra etmiştir.
Ortadoğu ve diğer Müslüman ülkeler karşısında “Demokrasi ve İnsan hakları” silahının emperyal politikalarda bu denli işlevsel olmasının başlıca iki nedeni vardı.
Birincisi, hedef alınan Müslüman coğrafyasında gerçekten de insan hakları ve özgürlükler alanında rahatlıkla manipüle edilebilecek kronik sorunların varlığı.
İkincisi, güçler dengesi açısından orantısızlığın büyük boyutlarda olması.

Amerikalı yetkililerin ağzından dökülenlere bakılırsa, Çin’i kuşatma politikasında “Demokrasi ve İnsan Hakları” silahı yine başvurulacak en etkili silahlar arasında olacak. Çin’in güç dengesi açısından Müslüman ülkelerin aksine dezavantajlardan sıyrılmış olması kendisine avantaj sağlayacaktır. Ancak Çin’in otoriter rejimi ve “İnsan hakları” sicilinin pek de iç açıcı olmayan karanlık sayfaları, en büyük dezavantajı olacaktır.

Myanmar ve “Demokrasi” silahının iğrençliği…

Uygur bölgesi, Tayvan’nın durumu ve Hong Kong’daki çalkantılar, Amerikalılara mükemmel derecede bir “Demokrasi ve İnsan Hakları” pazarlama imkanı sunmaktadır. Ancak şu sıralar askeri darbe ile çalkalanan Myanmar, alenen ABD-Çin mücadelesinin arenasına dönüşerek ilgilerin odağına dönüşmüş durumdadır.

Myanmar’ın Amerikalılar tarafından “Demokratik yönetim” olarak addettiği “sivil yönetimi”, yakın dönemde bir askeri darbeye maruz kaldı. Yönetim şu anda askeri cuntanın elinde. Yapılan protesto gösterileri en kanlı biçimde karşılık bulmaktadır. Servis edilen haber şekli malumun ilamı! Askeri cuntaya karşı “Demokratik, sivil direniş!”

Darbeye maruz kalan “Sivil yönetim” ABD yanlısı iken, darbeci generallerin arkasında Çin hükümeti var. Bellidir ki Myanmar üzerinden bilek güreşine tutulmuşlar. Dahası da var; Myanmar’daki askeri cuntayı dize getirmek, yeni ABD yönetimi için birazcık onur, az buçuk da Çin’i dize getirmenin ilk hamlesi olarak kabul görmekte.

Amerikalılar açısından paradigma çok basit! Bu çağda darbeler kabul edilemez. Demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve bilumum yumuşak mühimmatlar buna asla müsaade etmez!

Çin açısından ise durum biraz daha farklı. Myanmar, Tayvan-Hong Kong kadar olmasa da bir ölçüde arka bahçe olarak görülmektedir. Amerikalıların ilan edilmiş çevreleme stratejisiyle arka bahçeye müdahale etmesi kabul edilebilecek türden bir davranış değil.

Darbe, cunta, baskı gibi vukuatlar Çin mevzuatında çok da kabul gören kavramlar değil. Buna karşılık “Sivil yönetim” vurgusu da Amerikalıların arkasına sığındığı kocaman yalanlardan biri olarak duruyor.
Prensip olarak darbeler kötüdür, cuntalara müsamaha gösterilmemelidir. Ancak Arakan bölgesinin bir bütün olarak yıkılıp yakılması, Müslüman azınlığın toplu kıyımdan geçirilmesi, sağ kalanların da civar ülkelerde aç perişan bırakılması tam da Amerikalıların “Sivil yönetim” diye sahip çıktığı sivil müsveddelerin iktidarında gerçekleşti.

Hatta Arakan bölgesinin toplu kıyımı bizzat Amerikalılar ve içinde sözüm ona kimi Müslüman ülkelerin de olduğu müttefikleri tarafından desteklendi. Darbeye maruz kalan “Sivil yönetim” tarafından da kıyımlar bir plan dahilinde icra edildi.

Tabi işin arkasında Amerikalılar olduğu zaman “Demokrasi ve İnsan Hakları” denen illet ya tatile çıkıyor ya da ölü numarası çekiyor.
Amerikan çıkarlarıyla beraber uyanan bu illet, bilim kurgu filmlerinde olduğu gibi şekilden şekle girebilen esrarengiz silaha dönüşüveriyor.