Çoğunuz hatırlarsınız, Samanyolu TV’nin “Tek Türkiye” denilen operasyonel dizisi vardı. Dizinin kötü adamı “Çolak” dillere destandı. Girmediği delik, yapmadığı fitne, çevirmediği karanlık oyun yoktu. Tam bir “Ayak” adamıydı. Siyasi, ekonomik, askeri, akademik… Her türlü “Ayak” mevcuttu “Çolak”ta.

 

Çolak’a elbette kefil olacak halimiz yok. Ancak zaman geçip konjonktür değiştikçe, kötü karakter “Çolak”tan rol çalındığını, Çolak’ı tüm entrikaların rol modeli olarak betimleyen iradenin aslında “Baş Çolak” olma özlemiyle yanıp tutuştuğunu bizzat görmüş olduk.

 

Yoğunlaştırılmış bir operasyonel süreç sonucunda “Kravatlı Çolak” gitmiş, yerine “Takkeli Çolak” tahta oturmuştu. O süreçte dizayn edilen kurgu, Türkiye için tamamen arınma tezleri üzerine şekillenmişti.

 

Sonra “Takkeli Çolak” devri başladı. Ortaya çıkan uygulamalar, entrikacılıkta “Çolak” dönemini aratmayan yeni bir dönem başlattı. Kumpaslar ve komplolar azalmadığı gibi, ele geçirilen devlet kurumları ve imkanlar, “Kayıt dışı” kabul edilen her türlü muhalifi sindirmenin birer aracı haline getirildi. Üstelik bu sürece de geçmişin kirlerinden arındırılmış “Yeni Türkiye” adı konuldu. Oysa Türkiye eski Türkiye idi, değişen tek şey entrikacı aktörler olmuştu. Kirli addedilen geçmiş ile yüzleşme iddiaları tamamen hikaye olarak kalmıştı. Deşifre edilen kimi kirli uygulamalar ise sadece yeni mevziler kazanmak için birer makyaj edevatı olarak ortada kalmıştı. Zaten oluşturulan yapmacık imaj da çok uzun ömürlü olmadı. 17/25 Aralık derken 15 Temmuz gecesi yapılan kalkışma, oluşturulan imajın ne kadar kof olduğunu herkese gösteriyordu.

 

Bugünlerde hararetle tartışılan “FETÖ’nün siyasi ayağı”, hiç kimse merak etmesin, belki de hiçbir zaman ortaya çıkmayacak. Dün çokça tartışılıp karşılıklı suçlamalara konu olduğu halde bir türlü ortaya çıkarılamayan “Ergenekon’un siyasi ayağı”nda olduğu gibi. Çünkü Türkiye’de siyaset hep edilgen olmuş ve kaygan zeminler üzerine inşa edilmiştir. İşin aslı şudur; Türkiye’de devletin kritik kurumlarında etkili olan gruplar hep değerlenir. Değerlenince de istikbal peşinde koşmayı gaye edinen siyaset kurumları o grupların ayağına kapanır. Ayağa kapanma hali zamanla canlanıp ete kemiğe bürünür ve böylece istikbal beklentisi o döneme has kocaman bir “Ayak” olarak temeyyüz eder. Literatürde de buna “Siyasi ayak” denir. Kurumlara çöreklenip muktedir sıfatını kazananlar güç erimesi yaşama emareleri gösterince de “Siyasi ayak” kendine yeni bir mecra bulmak adına müstakbel ayakları koklama yoluna koyulur.

 

Bu tür siyaset davranışları ister istemez çok uçuk siyasetçi profillerini ortaya çıkarmaktadır. Örneğin zamanında Ergenekon’a saydırırken aynı anda FETÖ’ye güzellemeler dizenler bugün FETÖ avcılarına dönüşürken; dün Ergenekon’a siper olup FETÖ’yü dümdüz geçenlerin bir süre sonra polis baskınlarına karşı koymak için FETÖ kurumlarının kapısında birer eylemci olarak belirdikleri günleri hep beraber yaşadık. Dolayısıyla karşılıklı FETÖ ve siyasi ayak tartışmalarında karşıt siyasetçiler tezlerini ispatlamada zorluklarla karşılaşmadıkları gibi, kendilerini temize çıkarmada da tezlerini ispatlayıcı materyallere ulaşmada da zorluk yaşamamaktadırlar.

 

Özellikle 15 Temmuz sonrası periyodik aralıklarla gündeme gelen “FETÖ’nün siyasi ayağı” tartışmalarına çokça şahit olduk. Bu günlerde yaşananların niteliği ise kapsam ve hararet açısından biraz daha farklı bir duruma tekabül etmektedir.

Dış politikada yaşanan eksen bunalımı, her zaman iç siyasete karşılıklı suçlamalar şeklinde yansımaktadır. Bugün yaşanan ve Başbuğ’un adres gösteren açıklamalarıyla alevlenen “Siyasi ayak” tartışmaları, belli bir süredir “Avrasyacı” yaklaşımdan “NATO’ya dönüş” şeklinde beliren dış politikadaki eksenden bağımsız gözükmemektedir. Eksende beliren açı eğimleri beraberinde kimi grupları kritik kurumlardan kapı dışarı etmenin habercisi olarak algılanmaktadır. Bu da Türkiye yakın siyasi tarihinde sıklıkla rastlanan bir haldir.

 

Şu an kritik kurumlarda aktif olan veya aktif olduklarını düşünen malum bir kesim, olası bir eksen değişikliğinde tasfiye olmaktan kurtulmak belki de daha ötesini hayal ederek kimi yaklaşımlar sergiledikleri hususunda ciddi iddialar var.

“FETÖ’nun siyasi ayağı” tartışmalarının yeniden start alarak bu kez daha şiddetli bir hal alması, iddialar doğru ise anılan kesim açısından mevziyi korumanın işaret fişeği şeklinde değerlendirmek mümkündür.    

 

Son bir not:

Ergenekon’da olduğu gibi FETÖ’de de “Siyaset ayağı” tartışmaları gerçek mecrasından koparılarak siyasi hesaplaşmanın aracı olarak bakıldığı müddetçe ortaya çıkarılması belki de hiç mümkün olmayacak ve bu ayak hep “TOPAL” kalacaktır.