Trump’un aptallıklarla süslü ‘vizyoner kişiliği’ ve haraç sevdası, Körfez’in iki veliahdı ile israil tarafından suiistimal edilebilecek bir potansiyele sahipti.

Suiistimal edilerek öncelik verilen iki konu başlığı vardı.

Bunlardan biri İran’la savaş, diğeri de başta Kudüs olmak üzere Filistin topraklarını siyonistler için dikensiz gül bahçesi haline getirmeyi öngören “Yüzyılın Anlaşması” idi.

Trump’un seçilmesinden bugüne kadar Ortadoğu ile ilgili ajandasını bu iki konu ile sınırlandırması, her iki konunun propaganda ve finans ayağının israil ve veliahd ikilisi tarafından yürütülmesi, aynı zamanda İran’ın bölgesel etkinliğinin ortadan kaldırılması ile “Yüzyılın Anlaşması” arasında doğrudan bir ilişkinin olduğuna işaret etmektedir.

“Yüzyılın Anlaşması” üzerine yürütülen çalışmalar, propaganda ve toplantılar, Kudüs’ün siyonizmin başkenti olarak kabulü ve en son Bahreyn’deki toplantı aşamaları bir bir kat edilirken, İran’a dönük yeni ambargolar, askeri birliklerin Körfez’e kaydırılması ve ablukanın sıkılaştırılarak savaş tehdidinin giderek artması aynı paralelde yürütülüyordu.

Haliyle bu iki meseleden biri etrafında yaşanabilecek olası bir aksama veya geri adım, büyük olasılıkla diğer meseleyi de önemli oranda etkileyecek gibi görünmektedir. Nitekim İran’a dönük kuşatma harekatı çerçevesinde son olarak casus uçağın düşürülmesiyle yaşanan gelişmeler, kuşatma harekatında İran karşıtı koalisyonun partnerleri arasında kızgınlık, güvensizlik, hayal kırıklığı ve geri adım atma işaretlerinin oluşmasını beraberinde getirdi.

Amerikan muharip güçlerinin Körfez bölgesine takviyeler göndermesi ve İran’ın aldığı pozisyon, veliaht ikilisi ve israil’in çokça arzuladığı savaş için bazı kıvılcımlar yeterli olabilecekti. BAE’nin Fuceyre limanında petrol tankerlerine yönelen sabotajlar ve bunu başka sabotajların izlemesi, doğrudan İran’ın suçlanmasıyla muhtemel savaşın kıvılcımları olarak değerlendirilmeye başlandı. ABD insansız casus uçağının İran tarafından düşürülmesi ise, kıvılcım aşamasını geride bırakıp, nasıl bir misillemenin geleceğine dair yorumlara dönüştü. Muhtemelen Trump’un alacağı misilleme kararı veliaht ikilisi ve israil açısından kaçınılmaz olmuştu. Uzun zamandır yatırım yaptıkları sipariş usulü savaş ihtimaline hiç olmadıkları kadar yakınlaşmışlardı. İşleyiş belliydi. Masraflar veliahtlardan, askeri güç Amerikalılardan oluşacaktı. Trump’un ilk tepkisi de onlar açısından gayet memnuniyet vericiydi ve geri dönüşü olmayan yola girilmişti.

Ama ne olduysa Trump’un “İnsan sevgisi” depreşti ve güya on dakika kala saldırı emrini iptal etmişti. Gerekçe, yüz elli kadar insanın öleceğiydi ve Trump’un “vicdanı” buna el vermemişti!

Veliaht ikilisinde uzun emekler sonucu yeşeren “umut”, yerini kızgınlık ve hayal kırıklığına bırakmıştı. Abudabi ve Riyad öfkeliydi. Son çare, Pompeo’nun teskin amaçlı ziyareti oldu. Ancak güvensizlik almış başını yürümüştü.

Pompeo görüşmeleri sonrası Amerikan medyasına yansıyan açıklamalar, BAE ve Suud’un yatırım yaptıkları savaşı artık gereksiz bulduklarıydı. Artık savaş istemiyorlardı, hatta savaşa karşıydılar. Gerekçe ise olası savaşta en büyük zararın kendi ülkelerinde yaşanacak olmasıydı. Hatta BAE dışişleri bakanı, daha önce Fuceyre limanında tankerlere dönük sabotajda İran’ı kesin bir dille suçlarken, hayal kırıklığı sonrasında bu suçlamadan bile cayma yoluna gitti. Kesin bir kanıtımız yok dedi. Yapılan yorumlara göre BAE-Suud ikilisi, Trump’a olan güvenlerini yitirdikleri gibi, bir sonraki seçimde Trump seçilemese seçilecek yeni başkanın kendilerini İran’la yüz yüze bırakıp terk edebileceği endişesiydi.

Düşürülen casus uçak, Amerikalıların test etmek istedikleri İran’ın, olası bir saldırıda hiç de rahat durmayacaklarını göstermişti. Test başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

İran açısından uçağın düşürülmesi ise, bir askeri yetkilinin şu açıklaması ile karşılık bulmuştu: “Biz terörist Amerikan rejiminden söz ediyoruz. Onlar kendi güçlerine ve askeri donanımlarına zarar geleceğine yüzde bir ihtimal dahi verse operasyonu derhal durdurur. Trump da zaten bunu yaptı.

Düşürülen uçak İran’ın hava savunma kapasitesini gösterirken, savaş çıkarmaya giden Amerika açısından misillemenin yapılmamış olması açık bir prestij kaybı oldu. Zaten prestij kaybı, savaş taciri veliaht ikilisinde güvensizlik duygusuna yol açtı.

Her şeye rağmen yaşanan bu durum önemli ölçüde geri adım olarak belirdi. Abudabi ve Riyad’ın İran’la herhangi bir savaşın yaşanmasını istemiyoruz noktasına gelmesi ikinci bir geri adım aşaması oldu. Büyük ihtimalle geri adımlar bundan sonra da birbirini izlemeye devam edecektir.

Gelelim bununla bağlantılı “Yüzyılın Anlaşması” meselesine. İhanet süreci olarak anılan bu anlaşmaya karşı isyan dalgası giderek büyüyor. Daha da büyüyecektir. İran’ı çevreleme operasyonunda yaşanan geri adımlar bundan sonra da sürer ve kalıcı hale dönüşürse, bu olasılık “Yüzyılın anlaşması”na da yansıyacak ve geri adım haberlerine rastlamak mümkün olabilecektir.