İfsada sürükleme projeleri, Batılı güç odaklarının uzun yıllardır Müslüman toplumlar üzerinde uyguladıkları sinsi planların başında gelmektedir.

Kadınlar üzerinden yürütülen ifsad projeleri, önce aile kurumunu yıkıma uğratmakta, ardından toplumun geneline yayılan kapsamlı bir ifsad hareketine dönüştürülmektedir.

Genellikle Batı yaşam tarzına meraklı liberal çevreler ve marjinal kurum ve STK’lar üzerinden hayata geçirilmek istenen ifsad akımı, imza konulan “İstanbul Sözleşmesi” ve bu sözleşmeye uyarlanarak yürürlüğe konulan 6284 ve benzeri kanunlarla, ifsadın daha nitelikli ve destekleyici bir hal almasına neden olmuştur.

Bu alanda belli çevreler dar kapsamlı faaliyetler yürütürken, uluslar arası sözleşmeler ve uyarlanan kanunlar sayesinde ifsad çabaları daha fazla örgütlü bir niteliğe bürünmüş, her türlü desteğe ve geniş faaliyet alanına kavuşmuşlardır.

Kadına yönelik şiddet gerçeğini elbette görmeli ve buna dair çözümler geliştirilmelidir. Oysa “Kadına yönelik şiddetle mücadele” maskesi ile ön plana çıkan ifsad hareketlerinin yaygınlaşmasıyla beraber kadınlara yönelik daha fazla şiddet dalgasını beraberinde getirdiği gerçeğini ne yazık ki kimse görmek istememektedir. Zaten amaç da şiddeti önlemek değil, bu gerekçenin ardına saklanarak habis emellerini yaygınlaştırmaktır.

Sözleşme ve yasal uyarlamalarla birçok sözde meslek grubu ve odaları, kimi belediyeler, bazı siyasi partiler ve sendikalar, dernek ve vakıflar kuruluş gayelerinden uzaklaşarak toplumsal ifsadı yaygınlaştırıp kalıcı hale getirme çabası içerisine girmişlerdir.

Toplumumuz ifsad ateşi içerisinde her geçen gün daha fazla erirken, bu alanda duyarlı olması gereken kesimlerin, tepki geliştirip resmi ve sivil kurumlar üzerinde toplumsal baskı oluşturması gerekirken, maalesef örgütlü bir tepkinin ortaya konulamaması, ifsada odaklanan çevreleri daha da cesaretlendirmektedir.

Festival adı altında farklı şehirlerde düzenlenmeye teşebbüs edilen girişimler, kimi sözde meslek odalarının alanlarıyla ilgisi olmadığı halde “Kadın” konulu etkinlikleri, “Onur etkinlikleri” adı altında farklı kentlere taşınmak istenen sapkın organizasyonlar ve talepler ve bunların ardındaki sinsi odakların destekleyici çabaları son günlerde yaygınlık kazanmıştır. Çabaların odağında ise “Kadın, şiddet, cinsiyet eşitliği” ve sonuç olarak “Eşcinselliğin yaygınlaştırılması” arzularının yattığını artık kendileri bile gizleme gereği duymamaktadırlar.

Bu tür ifsad çabalarının ardında beynelmilel güçlerin açık destekleri zaten bilinmektedir. ABD Adana konsolosluğu, bir ilimizin Sanayi ve Ticaret Odası’nı ziyaret ederek kadınlarla ilgili tuhaf projelerine 40 bin dolarlık hibe desteğinde bulundu. Yine ilan edilen ve adına “Onur ayı” denilen eşcinsellik faaliyetleri kapsamında ABD İstanbul Konsolosluğunun dev LGBT bayrağı eşliğinde yayınladığı özendirici ve cesaretlendirici açıklamalar, toplumu ifsad etme planlarının merkezi ve hedefleri konusunda yeterince fikir vermektedir.

Elbette bu tür sapkın girişimlerin engellenmesine dönük olumlu gelişmeler de yok değildir. Ne olduğu belirsiz bir festival ile Van ilimizde düzenlenmek istenen taşkınlık iptal edilmiştir.

İzmir valiliği, “Onur ayı” etkinlikleri kapsamında tüm LGBT faaliyetlerini olası taşkınlık, kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı gerekçelerle iptal ederek örnek bir uygulamaya ön ayak olmuştur.

Yine toplumsal ifsadı körükleyici bir rol icra eden TV dizilerine karşı RTÜK, Fox TV’de yayınlanan ve eşcinselliği teşvik eden bir diziden dolayı adı geçen kanala ders niteliğinde bir ceza vererek iyi uygulama örneklerinden birini oluşturmuştur.

Mardin’de kuruluş amacıyla hiçbir ilgisi olmayan bir Oda’nın düzenlemek istediği bir başka ucube etkinlik iptal edilmiştir.

Toplumsal maslahatı gözetmenin sorumluluğu olarak gerek RTÜK, gerekse İzmir Valiliği’nin yaptığı uygulama gibi olumlu örneklerin her satıhta emsal alınması artık kaçınılmazdır.

Toplumsal ifsadı amaç edinen tüm çaba ve girişimlerin kamu güvenliği, genel ahlaka aykırılık, toplumsal ananeleri hiçe sayma ve şiddet gibi olguları beraberinde getirdiği gerçeği ortadadır. Bu gerekçelerin bertaraf edilmesi aynı zamanda Anayasal bir zorunluluktur.

Dolayısıyla hükümet, hem toplumsal maslahat adına, hem de maslahatı barındıran Anayasal gerekçeleri ve toplumun taleplerini de göz önüne alarak derhal “İstanbul Sözleşmesi”nden imzasını çekmeli ve uyarlanan kanunlar, toplumun genel maslahatı göz önüne alınarak yeniden gözden geçirilmelidir.

Bu durum büyük bir toplumsal felakete yol açmadan hükümetin yanı sıra duyarlı tüm sivil, insani, İslami kesimler bu alanda üzerlerine düşen tarihi sorumluluklarını yerine getirmeye koyulmalıdırlar.