Şubat ayının son günlerinde Netanyahu Moskova’da, Beşar Esad da Tahran’daydı. Her iki ziyaretin aşağı yukarı aynı günlere denk gelmesi rastlantı mıydı bilinmez. Ancak bilinen husus, her iki ziyaretin konusunun da Suriye sahasında yaşanan gelişmelerle ilgili olmasıydı.

2012’den beri yaşanan iç savaştan bugüne kadar İran daha fazla Suriye’ye yerleşti. Hatta Lübnan Hizbullahı’nın yanı sıra kontrolündeki diğer güçlerle Suriye tarafında israil sınırına yığınak yaptı, olası bir savaşta sınır bölgelerinde yeni mevziler oluşturdu. Herhangi bir savaş kısa dönemde yaşanır mı bilinmez. Ancak yaşanan bu durum, direniş ekseni açısından caydırıcı bir adım iken, siyonist rejim açısından bu gelişme son zamanların en ciddi güvenlik tehdidi olarak değerlendirilmektedir.

İran bu denli Suriye’de yer edinmişken, dış müdahalelere karşı koruma kalkanı oluşturan diğer bir güç de Rusya olmuştur. Rusya, her ne kadar israil’in son dönemde artan hava saldırılarına karşı sessiz kalmayı tercih etmişse de, olası kapsamlı bir saldırı karşısında çıkarlarını korumak adına ilanihaye seyirci kalmayacağı anlaşılmaktadır. Bu durumda Netanyahu adeta son yılların Moskova müdavimi unvanını almak istercesine defalarca Putin’in yanına gittiği görülmektedir.

Bunun yanı sıra Netanyahu’nun son ziyarette Moskova’dan en net isteği, Rusya’nın Suriye’de İran’ı sınırlandırma isteği olmuştur. Nitekim bazı kaynaklara göre son görüşmede Netanyahu Putin’den bunu istemiş, ancak İran ile Suriye arasındaki ilişkilerin çok derin olduğunu söyleyen Putin, bunun mümkün olmadığını Netanyahu’ya söylediği iddia edilmiştir.

İç çatışmaların başından bu yana Esad ilk defa Tahran’da ağırlanmıştır. Tahran ziyaretinin Netanyahu’nun Moskova ziyaretiyle aynı zamana denk gelmesi, Suriye üzerine bölgesel bazda yaşanan diplomatik gelişmelerde İran’ın devre dışı bırakılma arzularına verilmiş bir cevap olarak değerlendirenler olduğu gibi, bu ziyaretin israil’e karşı toleranslı davranan Rusya’ya da bir mesaj olduğu değerlendirmeleri yapılmıştır. Ancak en açık mesajın, İran’ın Suriye’den çıkarılması gerektiğini söyleyenlere verildiği aşikardır.

Bu mesele bağlamında başka gelişmeler de var tabii ki. Amerika, bir ay sürecek olan israil’le ortak hava savunma tatbikatını Mart’ın başında başlatmıştı. Tatbikatın en ilgi çekici noktası ise, Amerika’nın balistik füzelere karşı koruma kalkanı olarak ün yapan THAAD füzesavar sistemini israil’e getirip aktif hale getirmesidir. İsrail’in çokça şişirilen “Demir kubbe” sisteminin sanılanın aksine çok da işlevsel olmaması ve daha ziyade kısa menzilli füzeler için kullanılıyor olması, uzun menzilli balistik füzelere karşı THAAD sisteminin Amerikalılarca devreye konulmasına yol açtığı söylenmektedir. Suriye cephesinde de israil’le olası bir savaş için hazırlıklar yapıldığı haberleri duyulmaktadır.

Olası bir savaşta İran ve Suriye’nin elindeki uzun menzilli füzeler düşünüldüğünde THAAD sisteminin salt tatbikat amaçlı israil’e getirilp kurulduğu açıklamaları yavan kalmaktadır.

Bu durumda şu soru ortada durmaktadır; İran/Suriye ile israil arasında yakın zamanda herhangi bir savaş çıkar mı?

Aslına bakılırsa uzun dönem için bir hesaplaşmanın kaçınılmaz olacağı öngörülebilir. Ancak kısa dönem için bunu söylemek şimdilik pek mümkün görünmemektedir. Ancak israil cephesinde ve daha ziyade iç siyasetinde yaşanan çalkantılar, Netanyahu ve ekibinin acilen bir çatışmaya ihtiyaç duydukları gözlemlenebilmektedir.

Malum olduğu üzere israil’de geçen Aralık ayında koalisyon ortakları ortak bir karar alarak erken seçim kararı almışlardı. Buna göre seçimler 9 Nisan’da yapılacak. Ancak Netanyahu için aşması çok zor olan bir handikap vardır. Netanyahu hakkında açılmış dört ayrı yolsuzluk davası vardır. Netanyahu, başsavcılığa müracaat ederek kararın seçim sonrasına bırakılmasını talep etmiş, ancak bu talebi başsavcılıkça reddedilmiştir.

Bu durumda Netanyahu için şöyle bir değerlendirme yapılmaktadır: Ya seçimi kazanıp iktidar olmanın avantajıyla hakkındaki yargılamayı düşürecek ya da seçimi kaybedince kalan ömrünü hapiste geçirecek. Dolayısıyla Netanyahu için 9 Nisan’daki seçim, salt iktidar olma ya da olmama sorunu değil, aynı zamanda hayat memat meselesine dönüşmüştür.

Kimi gözlemcilere göre Netanyahu’nun, bu handikaptan kurtulmak için seçim gündemini değiştirip savaş gündemini kamuoyuna dayatma derdinde olduğu, tekrar seçilmek ya da seçimleri erteletmek adına savaş macerasına başvuracağı dillendirilmektedir.

Son dönemde Gazze’ye yönelik gerekçesiz vahşi saldırıların, çoğu zaman iç siyasetteki fırtınayı dindirme amaçlı olduğu söylenmektedir. Gazze saldırıları, tümüyle bu amaç için olmasa da iç siyaset etkisinin olmadığını söylemek de pek mümkün görünmemektedir.

Lakin bu kez Netanyahu yolsuzluk suçlamaları karşısında çok daha fazla zorlanmaktadır. Gazze’ye yönelik aralıklı süren saldırıların bu kez Netanyahu için can simidi olacağı kuşkuludur. Netanyahu’nun kalan ömrünü kodeste geçirmemesi için daha büyük ve geniş kapsamlı kıvılcımlara ihtiyacı bulunmaktadır. Gazze’den daha büyük kıvılcım için akla ilk gelen yer Suriye sahası ve burada yer edinmiş İran varlığıdır.

Bakalım Netanyahu böyle bir girişimde bulunmaya cesaret edebilecek mi?