Suriye`de geçmişte sayısız noktada yaşanan ve hala birçok noktada zaman zaman şiddetlenerek süren çatışma, abluka ve bombardımanlar karşısında BM, ABD ve AB`nin sadece belli alanlarla sınırlı tepkileri, yaşanan felaketlerden bağımsız olarak ele alındığında oldukça manidar görünmektedir.
Daha yakın zamanda Rakka`da taş üsütnde taş bırakmayan ABD ve yedeğindeki mezkur kurumların, başından beri Doğu Guta, sonrasında ise Halep`in silahlı gruplardan alınması sürecinde ortaya koydukları “Müthiş tepkiler” Suriye`ye dönük gelecek projeksiyonları bağlamında dikkat çekicidir.
Bugüne kadar yüzlerce nokta, yaşanan şiddetli çatışmalardan sonra geride katliam ve enkaz bırakmak suretiyle Şam yönetimi ile silahlı muhalifler arasında el değiştirmesine rağmen ABD ve yedeğindeki kurumlardan kayda değer bir tepki yükselmedi. Son süreçte Hama ve İdlib`in kırsal bölgelerinde yaşanan benzer saldırı, çatışma ve ölümler vesilesiyle de hiçbir tepki ortaya konulmadı.
Ama söz konusu Doğu Guta olunca ABD ve Batı için işler değişiyor. Halep örneğindeki gibi Batı bir bütün olarak ayaklanıyor, sahadaki çatışmaların yanı sıra siyasal alanda yaşanan tartışma ve çekişmeler de bir anda ABD-Rus çekişmesine dönüşüyor. Nitekim son BMGK kararı aşamasında Doğu Guta sorununun bir kez daha ABD-Rus çekişmesine dönüşmesini hep birlikte izledik.
Aslına bakılırsa Halep`in el değiştirmesinden sonra Doğu Guta meselesi büyük oranda sessizliğe gömülmüştü. Ancak son süreçte yeniden Batı`nın gündemine oturmayı başardı. O halde şunu sormak gerek; örneğin Rakka`ya onlarca Doğu Gutalar yaşatan ABD, son süreçte neden Doğu Guta`yı yeniden yakın markaja alma gereği hissetti?
Halep`in silahlı gruplardan geri alınması iki açıdan önemliydi. İlki, Astana süreciyle Türkiye`nin Suriye sahasında ABD tezlerinden uzaklaşarak Rus-İran eksenine yaklaşması sonrasına denk gelmesiydi. Diğeri ise, Halep`in bu anlamda Suriye`de yaşananlar açısından bir dönüm noktası oluşturmasıydı. O da şuydu: Bu aşamadan sonra Suriye`de silahlı muhalifler ve destekçileri açısından “Rejim değiştirme” projeksiyonunun büyük oranda kaybolması, Şam ve müttefikleri açısından da rejimi koruma reflekslerinin “Suriye`nin toprak bütünlüğü”ne dönüşümünün gerçekleşmesiydi.
Hakikaten hep duymaya alıştığımız “Rejim değişikliği” söylemleri Halep sonrasında büyük oranda buharlaşırken, artık geleceğe dair tüm söylemler “Suriye`nin toprak bütünlüğü”nün sağlanması etrafında yeniden şekillenmeye başlamıştı. Bu değişimin muhalifler cephesinde olduğu gibi Batı cephesinde de kabul görmeye başlaması, doğal olarak Doğu Guta sorununu da unutulmaya terk etme sonucunu doğurmuştu.
Dolayısıyla bu anlamda Doğu Guta meselesi, yerleşkenin Şam`ın merkezine yakın olmasının verdiği stratejik avantaj sebebiyle büyük oranda “Rejim devirme” senaryolarının merkezinde yer almaktaydı.
Peki, Doğu Guta`nın bir kez daha güçlü bir şekilde ABD, BM ve AB`nin ilgi odağına dönüşmesi, yine “Rejim değiştirme” senaryolarına işlerlik kazandırılacağına mı işaret ediyor?
ABD`nin tüm tarafları “IŞİD`le mücadele” hikayesi üzerinden “ipte cambaz oynatma!” oyununa angaje etme sürecinde Suriye ile ilgili nihai hedeflerini bilinmezliğe sürüklediğini biliyoruz. Ta ki Dışişleri Bakanı Tillerson`un geçen ay Stanford Üniversitesi`nde “Geleceğe Dönük Suriye Mülahazaları” üzerine yaptığı konuşmaya kadar. Bu konuşmasında Tillerson`un sözleri ilk defa ayağı yere basacak türden bir gelecek projeksiyonu ortaya koyması açısından önemliydi. Konuşmasının birçok yerinde Suriye`nin geleceğinde Esad yönetiminin yeri olmayacağını özellikle vurguladı. Bunun formüllerini de ortaya koydu. Tillerson`un bu açıklamaları Rusya ile satranç tahtasına dönüşen sahada Ruslara karşı blöften mi ibaretti, yoksa gerçekten de yeniden “rejim devirme” operasyonunun start alması mıydı, onu zaman ve şartlar belirleyecek.
Öbür taraftan Suriye ve müttefiklerinin şu sıralar Doğu Guta`ya yönelen geniş kapsamlı saldırıları, start alan “Suriye`nin toprak bütünlüğünün” sağlanması ve Şam yönetiminin otoritesini pekiştirmesiyle mi alakalıdır, yoksa Amerika`nın olası yeni “Rejim değiştirme” fikrinin önüne geçme refleksi midir, onu da zaman gösterecek.
Ama her halukarda Doğu Guta, bir taraftan bünyesinde barındırdığı nüfus yoğunluğu, diğer taraftan Şam`ın merkezine yakın olmasının oluşturduğu stratejik önemi nedeniyle burayı çatışmaların odak noktasına çevirmeye yetiyor.
Son olarak; aşırı nüfus yoğunluğu, yaşanan çatışmalarda sivil ölümlerin artmasına adeta davetiye çıkarıyor.
Halep`in el değiştirmesinden sonra Rusların araya girmesiyle silahlı muhaliflerin kontrolünde bulunan birçok nokta, yapılan anlaşmalarla Şam yönetimine devredildi, silahlı unsurlar da İdlib bölgesine transfer edildi. Ancak Doğu Guta`daki silahlı gruplar Rusların iddiasına göre bu yönde bir anlaşmaya yanaşmayı reddetmeye devam ediyorlar.
Bir taraftan Doğu Guta üzerinde Şam ve müttefiklerinin otoriteyi sağlama kararlılıkları, diğer taraftan tamamen kuşatma altında bulunan buranın silahlı muhaliflerin kontrol etme inatları, dar alana sıkışmış yaklaşık yarım milyon sivilin hayatını hiçe sayıyor. Sivil ölümlerden dolayı ABD ve diğer batılı müttefiklerinin duyduğu “Stratejik sevinç” sayesinde sahada kapmak istedikleri psikolojik üstünlük, vaveylalarımızla örtüşünce ayrıca “içimizde” dramatik bir sefaletin belirginleşmesine neden oluyor.