Türkiye kamuoyunun gündeminde şu sıralar “Heyecan verici” iki temel konu bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi “Afrin Operasyonu”, diğeri ise Amerika ile gerilen ilişkilerin meçhul akıbeti.
Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere hükümet yetkililerinin kamuoyu önünde Amerika`ya dönük sert mesajları ve iç kamuoyunda izlenen tepkisel duruşları, yılların “Dost-Müttefik-Stratejik ortak” ülkesi Amerika ile ilişkilerin artık onarılamayacak şekilde bozulduğu izlenimini ortaya koymaktadır. Ancak Amerikalı yetkililerle yapılan görüşmeler, kazın ayağının iç kamuoyunda göründüğü gibi olmadığı sonucunu doğurmaktadır.
Aslına bakılırsa Amerika ile yıllanan ilişkiler, aşağı yukarı tüm ülkelerin aleyhinde şekillenmiş bir ilişki biçimidir. Mevcut ilişkiler salt Türkiye için değil, benzer tüm ülkeler için negatif sonuçlar üzerinden inşa edilmişken pozitif yönler ise sadece Amerika`nın kazanç hanesine yazılarak bugünlere gelinmiştir.
Amerika ile sürdürülen derin ilişkilerin Türkiye ve benzer durumdaki ülkelerin iç dinamikleri üzerinde oluşturduğu tahakküm ve aynı kategprideki ülkelerin ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel vb tüm alanlarında oluşturduğu bir tür siyasal ipotek, ülke yönetimlerini olumsuz etkilediği gibi, halkların toplumsal hayatını da gerektiği zamanlarda zehirlemeye yetmektedir. Hal böyle olunca Amerika ile gerilen ilişkiler daima kamuoyunda heyecan oluşturmakta ve bu heyecana ön ayak olan her söylem ve söylem sahibine paha biçilmez bir artı değer katmaktadır.
Türkiye`de son süreçte 15 Temmuz darbe girişimiyle zirveye ulaşan Amerikan müdahaleciliğinin kamuoyunda yol açtığı tepki seli bilinmektedir. Ancak yetkililerin Amerika ile ilişkilerde içe dönük söylemlerde gösterdikleri cesareti pratikte gösteremedikleri hususunun kamuoyunda zamanla duygusal kırılmaları da beraberinde getirebildiği gerçeği göz ardı edilmemelidir. Yıllarca Amerika`nın nüfuz edici etkisini bir anda kırmanın zorlukları ve kafa tutmanın beraberinde getireceği sıkıntıları elbette kimse göz ardı edemez. Bu durumda da söylem ile eylem arasındaki makası fazla açmak yerine daha dengeli ve uyumlu bir söylem-eylem birlikteliği geliştirmek herhalde kamuoyunun ruh sağlığı açısından önemli olsa gerek.
Gerginlik politikasının son versiyonunu “Afrin Harekatı” üzerinden izlediğimiz Türkiye-Amerikan ilişkileri için koptu-kopacak derken Tillerson`un son Ankara ziyareti sonrası yine ve bir kez daha “Dost/Müttefik/Ortak” ülke söylemleri eşliğinde iki ülkenin gergin ilişkilerini düzeltmeye yönelik “Sonuç Odaklı Mekanizma” için karar kılınması, ilişkilerin akıbetini bir kez daha bir başka bahara ertelemiş oldu.
Son gerginlik sahnesi bildiğiniz gibi Suriye sahası, YPG`nin geleceği ve Amerika`nın YPG üzerinden sahaya çökmesi etrafında oluştu. Türkiye`nin YPG ve kontrolündeki bölgelerle ilgili görüşü bilinmektedir. Keza Amerika`nın da aynı konu ile ilgili görüş ve planları bilinmektedir. İki ülkenin aynı konu etrafında bilinen görüşlerinin birbirleriyle taban tabana zıt olması ise anılan mekanizma etrafında oluşacak diyalogu “Geyik Muhabbeti”nin ötesine taşımayacaktır.
Türkiye, “Qamişlo`dan Afrin`e bir tek terörist kalmayıncaya kadar…” kuralını seslendirirken, Amerika tam tersine YPG üzerinden hala “IŞİD`le mücadele” mızıkasını seslendirmektedir. IŞİD varlığının bitmesinin YPG ile ilişkileri de bitireceği şeklinde Amerika`nın daha önce Türkiye`ye verdiği söylenen sözler, IŞİD etkisinin artık tartışmalı olmaya başladığı şu süreçte daha fazla sorgulanmaya başlanmış olsa da, Amerika`nın YPG ile asıl işinin bundan sonra daha fazla önem kazanacağını yine Amerikalı yetkililerin açıklamalarından anlamak mümkündür.
“Sonuç Odaklı Mekanizma”, iki tarafın da birbirlerine karşı güvensizliklerinin had safhada olduğu bir zamana denk gelmektedir. İki tarafın da birbirlerine güvenmedikleri bir sürece denk gelmesi ise Türkiye açısından “belki bir umut”; Amerika açısından ise bariz bir oyalama taktiğine benzemektedir.
Neticede Amerika`nın Suriye`nin geleceğine dair açıkladığı yeni vizyon, YPG ile daha kat etmek istedikleri epey işler olduğunu göstermektedir. Herkese IŞİD gerekçesiyle boyun eğdirmek istediği bu süreçte Amerika, yeni Suriye vizyonunu Suriye rejimi ve bilhassa İran etkisinin tamamen bertaraf edilmesi üzerine bina etmiştir. Bu vizyonu açıklayanın da Tillerson olması, “Sonuç alıcı mekanizma”nın gelecekte ne hallere düşeceğine ışık tutmaya yetmektedir.