Geçen gün Türkiye`nin popüler hatiplerinden biri verdiği bir konferansta, ülkemizde namaz kılmayanların oranının yüzde seksen civarında olduğunu söyledi. Yanlış duymadınız. Halkının yüzde doksan dokuzunun Müslüman olmasıyla övündüğümüz bir ülkede her yüz kişiden sadece yirmi kişi namaz kılıyor. Herkes biliyor ki namaz kılan o yüzde yirminin büyük çoğunluğu da yaşlılardan oluşuyor. Ve o yüzde yirminin ekseriyeti de namazları kendilerini bilinçlendirip Allah`a yaklaştıranlardan değil.
Gençliğimizi kaybediyoruz beyler! Çocuklarımızı kaybediyoruz. Allah`tan uzak, ahiret bilinci zayıf, kayıp bir nesil yetişiyor. Tüm arzu ve hayalleri dünyevi emellere endeksli bir nesil… Anne ve babalarının inancına, değerlerine yabancı bir nesil…
Türkiye Müslümanları olarak hiç olmadığı kadar rahat bir ortamda yaşıyoruz. Bu ülkede dindarlar hiç bu kadar rahat ve özgür olmamışlardı. Kemalist rejimin yüz yıllık tarihi boyunca ilk defa dindarlar da laikler kadar kendilerini ifade edebiliyorlar. Rejimin baskısını üzerlerinde hissetmeden dinlerini bir dereceye kadar yaşayabiliyorlar.
Ama ne yazık ki hiçbir dönemde de dindarlar bu kadar savrulmamışlar, dünyevi arzu ve hırslarının peşinden bu kadar gaflete düşmemişlerdi. Burada herhangi bir grup veya cemaati kastetmiyorum. Bütün dindar kesimler için geçerli bu. Sanki artık tamamıyla İslami bir toplumda yaşıyormuşuz gibi veya dinimizin ilkeleri her şeyiyle yönetime hâkimmiş gibi bir rehavet ve vurdumduymazlık içindeyiz.
Ne zamana kadar süreceği belli olmayan, her an her şeyin dindarların aleyhine döneceği siyasi belirsizliğe gebe bu geçici özgürlük ortamını en iyi bir şekilde değerlendirip toplumun, gençliğin ahlaki, insani ve İslami erdemler anlamında gelişip olgunlaşmasına yoğunlaşacağımıza zamanımızı kısır siyasi çekişmelerle, enerjimizi tüketen boş tartışmalarla ve ne yazık ki dünyevi hırslarla heder ediyoruz.
Silkinelim artık kardeşler, toparlanalım! Rabbimiz bu güzel fırsatı elimizden almadan çocuklarımıza yönelelim. Gençliğimizi, mazlum ve mustazaf toplumumuzu dinleriyle, peygamberleriyle, değerleriyle barıştırma seferberliği başlatalım. Bir öze dönüş seferberliği…
Yanlış giden bir şeylerin olduğuna inanıyorsak, halkımızın, milletimizin, ümmetimizin acılarını dindirme taliplisiysek; emperyalist Batının kültürel, ekonomik, siyasi ve askeri saldırısı altında olduğumuz bilincindeysek, kurtuluşun ancak kültürel bir dirilişle mümkün olduğunu bilmeliyiz.
Bilinçli, diri, dindar, ahlaki erdemlerle bezenmiş, yüzünü Allah`a dönmüş, vahdet ve uhuvvetle birbirleriyle kenetlenmiş, kardeş olmanın hazzını tadan, ümmetçi bir toplum olursak eğer ümmetimizin mazlum coğrafyalarına merhem olabilir, soysuz Haçlıları durdurabiliriz.
Yüzde sekseni namaz kılmayan, dindarlarının çoğunun ya ihale peşinde koştuğu ya da kısır çekişmelerle birbirlerinin boğazına sarıldığı, ırkçılık ve mezhepçilik gibi Batı kaynaklı fitnelerle savrulmuş, vahdet ve uhuvvetten uzak, tekfircilik hastalığına müptela, irfan ve hikmeti unutmuş bir toplumla bir yere varamayız kardeşler!
Uyuşturucunun, içki tüketiminin, hırsızlığın, her türlü ahlaki yozlaşmanın adeta kanıksandığı, yoz bir tesettür ve dünyevileşmiş bir dindarlığın herkesi esir aldığı bir ülkede en büyük cihadın dindar bir neslin inşası için seferber olmak olduğunun bilincinde olmalıyız kardeşler.
Bırakalım boş ve kısır çekişmeleri, tartışmaları. Bizden kaynaklanmayan ve şimdilik değiştirme gücümüzün de olmadığı siyasi meselelerin yerine, bir kurtarıcı bekleyişi içinde olan, karanlıklar içinde yüzen kayıp neslimize, çocuk ve gençlerimize yönelelim; İslami ve insani bir toplumun inşası için bu özgür ortamı bereketli bir fırsata çevirelim.