Artık hiçbir şey olmaz dediğimiz bir anda ülkemiz korkunç bir işgal girişimine sahne oldu. Eğer şer güçler başarılı olsaydılar bugün kim bilir ne halde olurduk?
Peki, tehlike geçti mi? Artık rahat bir nefes alabilir miyiz? Ne yazık ki tefekkür ehli hiç kimse buna evet diyemiyor. Çünkü tehlikenin asıl kaynağı Gülen ve onun avaneleri değildi ki. Onlar sadece taşeron, kullanılan bir proje… Bu ülkede onlar gibi nice taşeronlar gelip geçti, nice uşak yapı ve örgütler halka ve ülkeye düşmanlıkta birbirleriyle yarıştılar. Uşağa değil efendiye bakmak lazım.
Gülen grubunu bu ülkenin başına bela eden şeytani güç hiç kuşkusuz Amerika, İsrail ve Batıdır. Bu şeytani gücün elleri bu ülkeden kesilmeden emniyet ve selamet ummak hayalcilik olur. Bu şeytani güç bugün Paralel ve PKK gibi taşeron örgütlerin elleriyle ülkemizi istila etme girişiminde bulunur, yarın başka örgütlerin…
Türkiye`nin her tarafında üsleri bulunan, ülkemizi bir ahtapot gibi saran bu şeytani güç etkisiz hale getirilmeden, Amerika ve İsrail bağımlılığı ekonomik, askeri ve siyasi anlamda son bulmadan darbe tehlikesi son bulmaz. Evet, hakka ve halka dayanan, bağımsız, özgür bir yönetim ancak bu ülkeyi karanlık bir gelecekten kurtarabilir.
Gelelim darbe teşebbüsü sonrasına… Şimdilik Allah`ın yardımı ve Müslüman halkın destansı direnişiyle büyük bir felaket atlatıldı. Lakin üç tehlikeye dikkat etmeliyiz. Bu tehlikeleri görmezden gelirsek yarın başka darbe teşebbüslerinden kurtulamayız. Birinci ve en büyük tehlikeye yukarda temas ettik. Amerika ve Batıdan kaynaklanan tehlike… Amerika ve Batıya karşı teyakkuzda olmalıyız. Amerika ve Batının tahakkümünden kurtulmak için ne gerekiyorsa yapmalıyız.
İkinci tehlikeyse Paralel Yapı bahane edilerek İslami cemaat ve tarikatlar hakkında oluşturulmaya çalışılan olumsuz algı. Sakın halkımız bu oyuna gelmesin. Böyle bir algıya inanmak ayağımızın altındaki dalı kesmek gibi olur. Neymiş efendim, Gülen hareketi dini bir cemaat olduğu için bu kadar güç topladı. Halk onların dindarlıklarına aldandı. Yarın öbür gün başka bir cemaat güçlenirse, onların da devleti ele geçirmeye çalışmayacakları ne malum? Öyleyse cemaatlerden ve tarikatlardan uzak durmak lazım…
Bu, son zamanlarda laikçi ve ulusalcı kesimlerin yaygınlaştırmaya çalıştıkları iğrenç bir algı! Hâlbuki Gülen hareketinin bizzat devlet tarafından, CIA ve MİT tarafından Türkiye`de güçlenen İslami akımlara karşı bir alternatif olarak organize edilip sahaya sürüldüğünü, devlet kurumlarında ve orduda bu kadar güçlenmelerinin CIA ve MİT`in yardımıyla olduğunu, 40 yıldır gelip geçen tüm devlet adamları tarafından desteklendiklerini artık herkes kabul ediyor. Gülen hareketinin İslam düşmanlarıyla, Amerika ve İsrail`le hep flört halindeyken İslami cemaatlere ise sürekli düşmanlık yaptığını bilmeyen yok.
Bir Amerikan organizesi olan Gülen hareketinin darbe girişimine en güçlü tepkiyi verenlerin, canlarını ortaya koyarak meydanlara çıkanların, kahramanca direnip yüzlerce şehit verenlerin, yaralananların büyük çoğunluğunun dindar insanlar olduklarını, İslami cemaat mensubu olduklarını kim inkâr edebilir? Halkımız bu çirkin algı operasyonuna aldanmamalı. Bu ülkenin geleceğinin İslami cemaatlerin güçlenmesiyle mümkün olduğunu bilmeli.
Üçüncü tehlike hükümetin Paralelden kaçayım derken ondan aşağı olmayan laikçi ve ulusalcı kesimlerin kucağına düşme riskidir. Laikçi ve ulusalcı yapının, meşhur adıyla Ergenekon`un nasıl vahşi bir yapı olduğunu doksanlı yıllarda gördük. O dönem ülkenin üzerine bir karabasan gibi çöken Ergenekon, binlerce masum insanı kaçırıp vahşice katletmiş, yüzlercesini asit kuyularına atmıştı. Türkiye bir baştan öbür başa bir işkencehaneye dönmüştü.
28 Şubat karanlığı da laikçilerin ve ulusalcıların ürünü değil mi? 28 Şubat döneminde Müslüman halka yapılan insanlık dışı zulümleri saymama gerek yok. 12 Eylül darbesi, 1930 ve 40`lı yıllarda işlenen vahşilikler hep laikçi ve ulusalcı kesimlerin elleriyle olmadı mı?
Hükümet ulusalcı ve laikçi kesimlere karşı teyakkuzda olmalı. Allah muhafaza yağmurdan kaçayım derken doluya tutulması işten bile değil…