Allah’ım!

Artık konuşmanın, kelimelerin, sözün anlamını yitirdiği; imanın, cesaretin, fedakarlığın, ilahi aşkın, tevekkülün, tahammülün, yürek yakan acının, hüznün, kederin dile geldiği, kor gibi yakan imtihan ateşinin yüzlerdeki maskeleri çekip aldığı bir zaman diliminde kaybolmuş, benliklerini unutmuş, mazlumların çığlıklarına kulaklarını kapatmış insan denizinin ortasında boğulmamak için çırpınan biçarelerden biriyim.

Yüreğim korkuyla dolu; tüylerim diken diken… İmanı ve ihlası başka biliyordum şimdiye kadar; Gazze’nin, Batı Şeria’nın, Şehit Heniye ve Şehit Aruri’nin çocuklarından gerçek imanı, ihlası, Allah aşkını, din uğrunda yaşanan fedakarlığı ve tevekkülün ne demek olduğunu öğrenene kadar… Utanıyorum! Dua etmeye bile utanıyorum… Cenneti istemeyi en büyük kabahat sayıyorum!

Allah’ım!

Utanıyorum yaşantımdan! Kendimi sana şikâyet ediyorum! Evlatlarının kemiklerini moloz yığınlarının arasından toplayıp küçük bir torba içinde bir bebek taşır gibi kucağında taşıyıp, “Rabbim böyle takdir etmiş” diyen tevekkül abidesi ananın sessiz çığlığı yüreğimi harap etmediği için utanç içindeyim! “Baba, bir yudum su yok mu?” diyen yaralı kızının gözlerine çaresizce bakan babanın acısı beni susuz bıraktırmadığı için utanç içindeyim! Yüzleri yanmış, kolları sargılı, şaşkın ve korku dolu gözlerle ne olup bittiğini anlamaya çalışan, kapıldıkları dehşetin yüzünden acılarını bile hissedemez hale gelmiş minik yavruların görüntüsü beni uykumdan etmediği, mazlumların acısını film izler gibi izleyip sonra kendimi yumuşak yatağımda derin uykunun kollarına bıraktığım için utanç içindeyim!

Allah’ım!

Ne diyeyim? Kendimi sana nasıl şikâyet edeyim! Bunca tuğyan, bunca vahşet, bunca acı, bunca hüzün, bunca zülüm karşısında hala gülebilen, şakalaşabilen, gıybet yapmaktan çekinmeyen, akşam ne yiyeyim derdine düşen, Gazze’ye gönderdiği üç beş kuruşla övünüp tatillerde har vurup harman vurmaktan utanmayan, sofrasından meyvesi ve çerezi eksik olunca depresyona düşen, bir baş ağrısı karşısında bile isyanlara girip kabalaşan ben, kendimden nasıl razı olayım? Cennetini nasıl isteyeyim?

Allah’ım!

Acı bana! İşte Bedir! İşte Hendek! İşte Tebük! İşte Mute! İşte Hayber! İşte Huneyn! İşte Kerbela! Bak Aliler, Hamzalar, Musaplar, Ebu Dücaneler, Caferler, Hüseyinler zamanın Ebu Cehilleri ile Yezidleri ile savaşmak için yiğitlik meydanlarında cihat naraları atmakta yine!  Silkinmek, ayaklanmak, şahlanmak için daha neyi bekleyeyim? Allah’ım, kaybolduk! Ruhlarımız dünya kirlerine bulanarak derin vadilerde kayıplara karıştı! Allah’ım acı bana! Hayat nimeti elimden kayıp gitmeden uyanayım! Cehaletin paslı zincirlerini iman ve ihlas aşkıyla parçalayıp gaflet zindanından kurtulayım! Sana yöneleyim, Seni isteyeyim, Senin mazlum kullarının imdadına koşayım! O mazlumların, o cesurların, o cennetin kendilerini aşkla belediği iyiler topluluğunun acısını yüreğimde hissedeyim! Gazze diriltsin beni! Değiştirsin hayatımı! Salih kulların arasına katılmam için bir köprü olsun!

Allah’ım!

Öyle bir hayat ver ki bana Sana dua etmekten utanmayayım! Kendimi sana şikâyet etmeyeyim! Seni ve Cennetini istemeye cesaret edebileyim! Ölüm ve zindan korkusu beni yiğit kullarınla birlikte hareket etmekten alıkoymasın! Zalimlerin, onların kullarının nefret ve düşmanlık oklarına muhatap olmaktan çekinmeyeyim! Siyonistlerin bu ülkedeki paralı askerlerine karşı cesurca direnişin askerlerinin safında yer almaktan çekinmeyeyim! Gazze olayım, Gazze kesileyim!