Beş aydır yaşanan bu korkunç tuğyan ve tüyler ürpertici katliam, vahşet karşısında dünyanın içine gömüldüğü derin sessizliğin getirdiği zillete, sorumluluğa, günaha ortak olmamak ve herkesin mutlaka kavuşacağı günde, Ahiret gününde, Allah’ın huzurunda kendimizi kurtaracak, savunacak bir sözümüzün olması için gücümüz neyi gerektiriyorsa onu yapmalıyız, yapmaya çalışmalıyız…

Evet, o müthiş günde, kıyamet gününde Rabbimize sunacağımız bir bahanemiz olmalı; Allah’ın huzurunda, tüm meleklerin hazır bulunduğu ve her bir uzvumuzun yaptığımız her şeye şahitlik edeceği o hesap gününde utanç ve zillet içinde titrememek için…

Ey Rabbimiz, ey sahibimiz, ey efendimiz, diyebilmeliyiz yakarış ve özür dolu bir sesle… Gazze’de, Batı Şeria’da, Kudüs’te, bütün Filistin topraklarında, mukaddes beldenin her bir karışında rabbimiz Allah’tır dedikleri, ümmetin izzetini ve ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’nın özgürlüğünü istedikleri, insanca ve Müslümanca, hür insanlar olarak yaşamak arzusunda oldukları için erkekler, kadınlar, çocuklar her gün onlar, yüzler halinde vahşice katlediliyorlardı. Dehşetli bir korku ve şaşkınlık içinde, ne olup bittiğini anlayamayan minik yavruların, cennet yüzlü çocukların arşı titreten feryatları, yürekleri yakan imdatları hiç dinmiyordu. Allah’ım! Annelerinin, babalarının cesetleri başında donmuş gibi duran yavruların, vücutları param parça olmuş minik bebeklerin, dondurucu soğuğun altında, çamurlar içinde titreye titreye uyumaya çalışan çocukların, evlatlarının cesetlerine kapanıp ağlamaktan kısılmış sesleriyle ağıt yakan anaların, açlıktan ot yemeye başlayan Filistin halkının ve daha nice kahredici olayın görüntüleri her gün televizyonlarda, sosyal medya platformlarında önümüze düşüyordu.

Tüm bu dehşetli vahşetler karşısında kardeşlerimizin, azizlerimizin imdatlarına koşamıyor, onları bu zulümlerden kurtaramıyorduk ey yüce Rabbimiz! Başımızdakiler tarafından zayıf bırakılmıştık. Mustazaflardan olmuştuk… Liderlerimiz, yöneticilerimiz, bizleri zayıf bırakan idarecilerimiz dünya saltanatlarının, koltuklarının, içinde yaşadıkları ihtişamlı, debdebeli hayatın, kişisel ve partisel çıkarlarının tehlikeye düşmemesi için Siyonistlerin ve hamilerinin bu vahşi zulümleri karşısında sessiz kalıyor, hatta zalim Siyonistlerle yardımlaşıyorlardı. Dilleriyle bizden görünüyorlar, amelleriyle ise Siyonistlerin yanında saf tutuyorlardı.

Ama biz zayıf bırakılanlardan olmamıza rağmen yerimizde duramıyor, gücümüz nispetinde kardeşlerimiz için bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. O günlerde; o zulüm ve vahşet dolu günlerde rahatı, huzuru kendimize haram kılmıştık. Her fırsatta sokaklara, meydanlara dökülüyor, zalimleri ve dostlarını lanetliyor, kardeşlerimize moral vermeye çalışıyorduk. Güvendiğimiz yardım kuruluşlarının kampanyalarına destek veriyor, Gazze ve Filistin’deki kardeşlerimize yardım ulaştırmak için çırpınıp didiniyorduk.

Kaliteli olmalarına ve alternatif ürün bulmakta zorlanmamıza rağmen Siyonist katilleri destekleyen firmaları, onların ürünlerini boykot ediyor, bunu sürekli hale getirmeye çalışıyorduk. Açlık çeken Filistinli kardeşlerimizin acısını bir nebze de olsun hissedebilmek için biz de az şey yemeye başlamıştık. Yemeğimizi azaltmış, oruçla ve az yiyerek açlığın sıkıntısını yaşamaya çalışıyorduk.

Geceleri füzelerin, bombaların altında, her an evlerinin yıkılabileceği korkusunu yaşayarak, yıkık harbelerin, çamur birikintilerinin, dondurucu soğuktan koruyamayan çadırların içinde, parçalanmış cesetlerin yanı başında uyumaya çalışan kardeşlerimizi düşünerek az uyuyor, gece yarıları kalkıp o azizlerimiz için gözyaşları içinde yanık, içli dualara sığınıyorduk.

Evet, bari bunları yapalım! İzzetin ve yüceliğin zirvesindeki o aziz kardeşlerimiz için bari bunları yapalım, yapabilelim… Ki yarın Allah’ın huzurunda bir özrümüz, bahanemiz, söyleyecek sözümüz olsun… Ki ateşin kendilerine dokunacağı zalimler sınıfına girme riskinden kurtulmayı umut edebilecek yüzümüz olsun…