Bir aydınımızın beni etkileyen, anlamlı bir sözü var, “pratik, teorinin hayata geçirilmesinden başka bir şey değildir” diye… Teorisi olmayanın pratiği de olmaz. Kişi neyi düşünüyorsa, zihni neyle meşgulse, neye kafa yoruyorsa ve bu konuda samimiyse, içtense, mutlaka yaşantısında da bu düşüncelerin izdüşümü, yansıması görünür.
Ne yazık ki bugün bir avuç mümin insanın dışında, bir avuç iyi insanın dışında insanlığın, dünya halklarının, toplumların ekseriyetinin zihin dünyası iyi şeylerle meşgul değil. Şeytani arzu, ideal ve isteklerle meşgul olan zihinlerden ne bekleyebilirsiniz ki? Teorisi dünya endeksli, hırs endeksli, kibir endeksli, şehvet endeksli, hayvani zevk endeksli bir insandan, bir toplumdan iyilik namına, güzellik namına ne beklenebilir ki?
İslam’ı kültürel ve siyasi olarak bir dereceye kadar hayata hâkim kılmayı başarmış birkaç toplumun veya hareketin dışında dünya halklarının istisnasız hepsi korkunç bir savrulma, yozlaşma, çürüme yaşıyor. İnsani ve ahlaki değerler can çekişiyor. Dünya Müslümanlarının uyanışı ve vahdeti için büyük çabalar sarf etmiş değerli düşünür Mevdudi’nin dediği gibi, sonu görünmeyen zifiri karanlık dünyayı baştan başa sarmış, yutmak üzeredir. Sarhoş kahkahaları, zevk çığlıkları, açgözlü insanların arzuları; sefalet ve zülüm içinde yaşayan milyonların acı, ızdırap, kahır, hayal kırıklığı, ümitsizliği, dert ve iniltileriyle beraber etrafa yayılmaktadır.
Dünyanın büyük bir bataklığa, kirli ve iğrenç kokuların yayıldığı bir bataklığa dönüştüğü zamanımızda iyi insanlar bataklığın içinde açmış, hoş kokulu birer nadide çiçek mesabesindedir. Böyle bir ortamda iyi olmak, iyi kalmayı başarmak, ahlaki çürümeye karşı direnmek, şehvetin ve şeytanın oyuncağı olmamak, hele Allah ile barışık olmak, Allah merkezli bir hayatı hedef edinmek başlı başına büyük bir erdem ve fazilettir.
İyi insanlar bu durumun farkında olmalı, ne büyük bir şeye talip olduklarını bilmeli. Şeytanın egemenliğindeki bir dünyada Allah’ın egemenliğine teslim olmanın sonsuz bir saadet, kurtuluş, mutluluk getireceğinin bilinciyle iyilik yoluna dört elle sarılmalı. Ve her şeyden önce iyi kalmayı sürdürebilmek için iyilere, iyilerin yoluna dört elle sarılmalı.
Evet, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, hangi millete ve mezhebe mensup bulunurlarsa bulunsunlar, iyiler kardeş olmalı. Birbirlerine kardeşçe davranmalı. Birbirlerinin hatalarını, zaaflarını, eksikliklerini gördükleri zaman merhamet ve hoşgörü içinde davranmalı, bu şekilde hatalar gündeme getirilip telafi edilmeli, affedici olmalı. İyiler birbirlerinin değerini bilmeli, birbirleriyle yardımlaşmalı, acı ve sıkıntılarını paylaşmalı. İşveren, işçi, memur, çiftçi ve diğer konumda olan iyiler, her şeyleriyle iyi olmalı.
Basit dünyevi menfaatler, ucuz hırslar, haset, kıskançlık, mal ve makam sevgisi, imanı tehlikeye düşürmeyen düşünceler ve farklı görüşler iyilerin arasını bozmamalı, onları birbirlerinden uzak düşürmemeli, iyilik kervanına sırt dönmeye, yolları ayırmaya neden olmamalı. Bu tür hastalıkların iyilerle zaten işi olmamalı.
İyiler, korkunç ve sonsuz derinlikteki bataklıkta bir gül demeti mesabesinde olduklarını, en ufak bir zaaf ve hatalarının, zayıflıklarının bataklıkta yok olmayı beraberinde getireceğini bilerek güç birliği yapmalı. Peygamber-i Ekrem’in buyruk ve tavsiyesi doğrultusunda cemaat olmalı. Ve oluşturdukları bu cemaate kopmamak üzere bağlanmalı.
Evet, dünyaya egemen olmuş kötülere karşı iyiler cemaat olmalı, birleşip caydırıcı bir güç olmalı, bireyselliğin kötülerin egemenliğine karşı durma konusunda hiçbir yararının olmadığın farkında olmalı.
Dünyanın dört bir tarafında sınırlı da olsa devlet olmuş, hareket olmuş, güç olmuş, cemaat olmuş iyiler, iyi insanlar iyiliğin kötülüğe karşı zaferi için vahdeti ve uhuvvetti düstur edinerek iyilik kervanının önünü açmalı. Farklı görüş ve inanışlarını, mezhebi ihtilaflarını kendilerine saklayarak ve hoşgörü elbisesini kuşanarak iyiliğin hâkim olacağı bir şafağa doğru binlerce ortak paydada birleşerek yürümeli…