Son yıllarda Osmanlı, Selçuklu ve diğer saltanat yönetimlerini anlatan dizi furyası var. Başta TRT olmak üzere birçok kanalda oynatılan bu dizilerde saltanat yönetimleri bir taraftan rol model olarak sunulurken öbür taraftan gerçek dışı, yalan yanlış bilgiler, tarihte yaşanmamış, hayali olaylar gerçekmiş gibi aktarılıyor.
Bu yüzden İslami dünya görüşüne sahip olup da bu konuda yetersiz bilgiye sahip olan birçok insanın, özellikle gençlerin zihin dünyaları soru işaretleriyle dolu oluyor. Son zamanlarda bu konuda kafaları karışık çok sayıda insanla karşılaşır olduk.
Kur’an ve sahih sünneti temel referans almış, İslam mektebini benimsemiş, İslami ideoloji yanlısı hiçbir gerçek Müslümanın saltanat yönetimlerini rol model olarak kabul etmesi mümkün değildir. Her şeyden önce İslam’da saltanat yoktur. Babadan oğula geçen, hanedanlık yönetimini reddediyor İslam. İslam, Kur’an ve sahih sünnet, takvalı fakihlerin, rabbani ulemanın şura(seçim) sistemi ile yönetimi üstlenmesini ve kendi aralarından en bilgili ve faziletli birini rehber seçmesini benimsiyor. Yani İslam mektebinde şura ve seçim ilkesi çerçevesinde ulemanın yönetimi üstlenmesi vardır. Tabi ulemanın temel referansı da Kur’an ve sahih sünnettir.
Bu anlamda gerçek bir Müslümanın rol model alacağı yönetim, Peygamberin uygulaması ile hayat bulmuş Medine İslam Devletidir ve ona yakın diğer İslami yönetimlerdir.
Ama azgın sultan ve padişahların dönemlerini dışarıda tutmak şartıyla İslam tarihinde Müslüman dünyaya hükmetmiş saltanat rejimlerini günümüz yönetimleriyle aynı kefeye koymak da büyük bir insafsızlık olur. Evet, saltanat yönetimlerinin birçok İslam dışı uygulamaları vardı. O yüzden zaten onları rol model kabul etmiyoruz. Ama İslami, insani ve ahlaki birçok uygulamaları da mevcuttu.
Özellikle Osmanlı özelinden bakacak olursak saltanat yönetimleri bugünün rejimleri gibi İslam’a düşman değildiler. İslami yaşam tarzına savaş açmamışlardı. Sapkınlığı, ahlak dışılığı, her türlü günah ve haramı kanunla koruma altına almamışlardı. Din ile dünyayı birbirinden ayırıp dini dünyasız, dünyayı dinsiz bırakmamışlardı. Toplumsal yapı büyük ölçüde İslam’a uygundu. Yönetimde ulema etkindi, ulemanın sözü geçerliydi. Hem halk hem de yönetimler nazarında ulemanın saygınlığı vardı. Sapkınlık, zina, çirkin eylemler, açık saçıklık ve ahlak dışı yaşam hem toplumun hem de yönetimlerin nazarında suçtu.
Bu yönetimler zamanında İslam şeriatına, İslami kanunlara, İslam kültürüne, İslam alfabesine, İslami edebiyata, İslam takvimine, tesettüre ve diğer İslami değer ve öğretilere savaş açılmamıştı.
O yüzden saltanat rejimlerini değerlendirirken artı ve eksilerini göz önünde bulundurmalı, toptan kabul ve toptan ret anlayışında sahip olmamalı. Artılarından faydalanmalı, eksilerini ise kabul etmemeliyiz.
Tabi, Osmanlının ve İslam dünyasındaki diğer saltanat yönetimlerinin gerileme sürecine girdikleri, Hıristiyan dünyanın, Batının kültürel, ekonomik ve askeri saldırılarına maruz kaldıkları son iki asır ayrı bir değerlendirme konusu. Gerileme döneminde Osmanlı ve İslam dünyasındaki diğer saltanat yönetimlerinde ipler İslam düşmanı, Batı kuklası kesimlerin, asker ve aydın sınıfının ellerine geçtiği için bu dönemde İslam’a ve İslami değerlere açık bir düşmanlık furyası başlamış ve cumhuriyetin kurulmasıyla bu düşmanlık furyası zirveye ulaşmıştır.
Şunu belirtmekte de yarar var; bir taraftan Osmanlıyı Osmanlı yapan tüm değerlere aleni düşmanlık yapılırken, Osmanlıda benimsenmiş yaşam tarzı tu kaka edilip ahlak dışılık ve sapkınlık teşvik edilip yaygınlaştırılırken diziler yoluyla veya başka şekillerde Osmanlıyla övünmek yaman bir çelişkidir.