Ülkemizde ahlaki anlamda yaşanan savrulmanın ne kadar korkunç boyutlara ulaştığını gösteren yüzlerce örnek var. Son günlerde yaşanan iki olay içine düştüğümüz acıklı durumu göstermeye yeterli bence. Birincisi, bir televizyon kanalının mübarek Ramazan ayının başında cinsel sapkınlığı, lutiliği teşvik edici bir diziyi yayına sokma girişimi. Diğeri ise bu ülkenin resmi dini otoritesinin eşcinsellik sapıklığını, zinayı lanetleyen açıklamasına yönelik linç girişimi…

Düşünebiliyor musunuz, Diyanet İşleri Başkanı zinayı, cinsel sapkınlığı mahkûm eden bir açıklama yapıyor ve birileri hiç çekinmeden onun hakkında suç duyurusunda bulunuyor. Ve en acısı toplumun büyük ekseriyeti bu duruma ilgisiz kalıyor.

Ahlaksızlık, edepsizlik, sapkınlık en dindar kabul edilen kentlerde bile artık normal karşılanır oldu. Bir zamanlar ahlaksızlık yapan gençler, insanlar toplumda dışlanır, ayıplanır, yaptıkları çirkin görülürken, artık ahlaksızlığa tepki gösterenlerin söz ve davranışları garip karşılanır oldu. Çirkinlik, ahlaksızlık, edepsizlik, müstehcenlik yaşantımızın doğal bir parçası haline geldi.

Ahlaksızlığın kanıksanır olmasının en önemli sebeplerinden biri de hemen hemen tüm evlerde, çoğu defa ailece izlenen diziler. Bu diziler ahlaksızlığı, edepsizliği, gayri meşru ilişkiyi, zinayı, her türlü sapkınlığı masum gösteren argümanlarla dolu. Ve çoğu aile, çoluk çocuğuyla bu dizileri izlemekte beis görmüyor. Hatta birçok dindar ailede bile bu tür diziler izlenebiliyor.

Peki, bu tür diziler karşısında toplum olarak biz ne yapıyoruz? Dindarlar, dini yapılar, cemaatler ne yapıyor? Dini endişe sahibi kesimler ne yapıyor? Üzülerek belirtmeliyim ki dindarların ekseriyeti bu ahlaksızlık karşısında duyarsız, ilgisiz. Bize ne, biz seyretmiyoruz ya havası içindeler. Halbuki kirliliğin evlerinin eşiğine kadar ulaştığının, paçalarının yer yer bu kire bulaştığının farkında değiller. Birçok dindar evladının, yakınının bu lağım suyu içinde boğulmaya başladığını gördükten sonra uyanıyor, bir şeyler yapmaya çalışıyor.

Her koyun kendi bacağıyla asılır anlayışı bu münkerata karşı topyekûn bir mücadele verme imkanını ortadan kaldırıyor. Halbuki sokağın ortasına asılan koyunun cesedi kokmaya başladığı zaman sadece kendine değil herkese zarar veriyor. İnsanımız bu ahlaksızlık akınının karşısında hiç kimsenin emniyette olmadığını anlamak istemiyor. Gelip kapısını çalıncaya, yavrusunu, yakınını, dostunu ondan alıp götürünceye kadar…

Dindarlarımızı rehavete düşüren diğer bir şey de çözümü yetkililerden bekliyor oluşları. Bu tür durumlarda hemen yetkilileri göreve çağırıyoruz, kendimizce suç duyurusunda bulunuyoruz. Halbuki devletin, yetkililerin bu konuları önemsemediklerini, umursamadıklarını, dert edinmediklerini anlayamıyoruz. Sanki bu ülkede İslam hukuku hakimmiş, ahlakın bekçi ve koruyucusu devletmiş gibi bir hayale kapılıyoruz. Ahlak dışı birçok uygulamanın arkasında devletin bazı kurumlarının olduğunu unutuyoruz.

Müslümanlar olarak, dindarlar olarak kendi sorunlarımıza kendimiz çözüm bulmalıyız. Bu ahlaksız dizilere karşı birlik içinde, ısrarla tepki sesimizi yükseltirsek, topyekûn bir mücadele yürütürsek, ağırlığımızı koyup dini ve ahlaki kaygıları olan siyasetçileri harekete geçirirsek birçok şey yapabiliriz.

Dindarlar güçlerini birleştirip, grup ve cemaat farklılığına bakmadan hep birlikte bu ahlaksız akıma karşı dururlarsa, o zaman yetkililer de onlara kulak vermek zorunda kalacaklar. İstemeseler de halkın sesine kulak verme ihtiyacı hissedecekler. Ama dindar kesimlerin ekseriyeti çeşitli kaygılarla bu kötü gidişat karşısında sessizlik ve ilgisizliğe gömülürlerse, yetkililer de bu durumu canlarına nimet bilir, cılız çıkan seslere de gülüp geçerler. Şu anda yaşadığımız durum gibi…