İslam dünyası olarak, ümmet olarak öncelikli sıkıntımız liyakatsiz, ümmetin önceliklerini önemsemeyen, kişisel çıkar ve iktidar hırslarını Müslümanların kurtuluş ve vahdetine tercih eden, dış düşmanın paralı askerleri gibi davranan lider ve yönetimlere mahkûm olmak. Başını Malezya’nın çektiği ümmeti bir araya getirme girişimleri karşısında bu satılık lider ve yönetimlerin takındığı tavır perişanlığımızın asıl müsebbiplerinin kimler olduğuna dair ciddi ipuçları veriyor.

Konuyla alakalı olduğu için, önemine binaen daha önce İnzar okuyucuları için kaleme aldığım makalemi sevgili Doğruhaber okuyucusu kardeşlerimle de paylaşmak istiyorum. İşte o yazım:

Bugün çoğumuzun kafasında kocaman bir soru işareti var: Neden bu haldeyiz diye… Müslümanlar olarak iki milyara yakın bir nüfusumuz var. Dünyanın en genç nüfusuna sahip ülkeler hep Müslüman ülkeler. Bu iki milyara yakın ve çoğu genç olan insanların yüzlerce ortak inanç ve değeri var. Ortak noktalarımız o kadar çok ki! Allah’ımız bir, peygamberimiz bir, kıblemiz bir, kitabımız bir diye saymaya başlarsak sonu gelmez. Zenginlik desen dünyanın en zengin topraklarına sahibiz. İslam ümmetinin toprakları adeta birer zenginlik madeni… Müslümanlar dünya hazinelerinin üstünde oturuyorlar. Petrolden tutun diğer birçok değerli madene kadar…

Kültür, medeniyet, uygarlık desen İslam dünyası iki asır öncesine kadar medeniyet ve uygarlığın, kalkınma ve bilimin anavatanıydı. Bin yıldan fazladır da böyleydi. İlk emri oku olan bir dinin mensubu Müslümanlar…

Bütün bunlara rağmen biz Müslümanlar bugün neden dünyanın en geri, en cahil, en ezilmiş, en dağınık, en çok işgale ve sömürüye uğrayan, zenginlikleri ellerinden alınıp katliamdan geçirilen ümmetiyiz? Ne oldu bize? Neden bu hale düştük?

Çünkü Allah’ı bıraktık, Allah’a kulluğun yerine dünyaya kulluğu koyduk. Kişisel çıkar ve emellerimizi her şeyden üstün tutar olduk. Nefislerimizin esirleri olduk. Bir ata sahip olmak uğruna ülkelerimizin, namus ve izzetlerimizin düşman çizmeleri altında ezilip talan edilmesine razı olduk.

Bu at hikâyesi de neyin nesi diye meraklandığınız biliyorum. Bu dünümüzün hikâyesi değil sadece, bugünümüzün de hikâyesi… Liyakatsiz, bencil, dünyaperest, Allah’tan uzak liderlerin ümmeti düşürdüğü acıklı durumu gözler önüne seren bir hikâye… Yine bizim sorunumuzun iyi, takva ehli, Allah’a yakın, ümmete düşkün liderlerden uzak olmaktan kaynaklandığını gözler önüne seren bir hikâye…

Harzemşahların efsanevi sultanı Celaleddin Harzemşah’ı çoğumuz biliriz. 12. asırda İran’ın doğusundan Hindistan’a kadar olan toprakları yöneten, Selçuklulara bağlı Harezm Emirliği’nin bağımsız bir devlet olduktan sonra Moğollara karşı verdiği varlık mücadelesinin en önemli ismidir Celaleddin Harzemşah.

O dönem de tıpkı bugünler gibiydi. İslam ümmeti liyakatsiz, taassup ehli, bağnaz, bencil, nefislerine düşkün liderlerin iktidar kavgaları yüzünden paramparça olmuş, dış güçler karşısında zayıf ve güçsüz bir duruma düşmüştü. Bugünün Amerika ve Rusya’sı gibi o dönemin de iki sömürgeci gücü Moğollar ve Haçlılar karşısında savunmasızdılar. Zengin toprakları iştah kabartıyordu. Talan ve istila için uygun bir zemin vardı.

Bunu fırsat bilen Haçlılar bir taraftan Moğollar öbür taraftan İslam topraklarını istila etmeye başladılar. Müslüman halklar tarihin kaydetmekten utanç duyduğu korkunç katliam ve vahşetler yaşadılar. Ümmetin namus ve izzeti ayaklar altında çiğnendi. Şehirler yakılıp yıkıldı. Kadın, çocuk denilmeden vahşi katliamlardan geçirildi Müslümanlar… DEVAM EDECEK