İslam medeniyetini diğer uygarlıklardan, özelikle Batı uygarlığından ayıran temel özelliği bir infak, yardımlaşma ve fedakârlık medeniyeti oluşudur. Günümüzün egemen uygarlığı olan Batı uygarlığının bencil, çıkarcı, benmerkezci bir uygarlık olduğu konusu sanırım herkesin ortak görüşüdür. Batı uygarlığında düşküne el uzatma, aç insanı doyurma, yoksulu giydirme, muhtacın yardımına koşma, yetimi sahiplenme kültürü yoktur. Zenginlerin kişisel çıkarlarını kutsayan, sermayedar için milyonlarca insanı aç bırakmaktan çekinmeyen, sadece güce tapınan, düşene tekme atan bir uygarlıktır Batı uygarlığı. Batılı toplumları, yaşam tarzlarını, sahip oldukları yönetimlerin uygulamalarını mercek altına aldığımız zaman bu acı hakikati tüm çıplaklığıyla göreceğiz.

Ne yazık ki biz Müslüman toplumlar yaşam tarzı ve zihniyet olarak İslam medeniyetinden çok Batı uygarlığının bencil değerler sistemine teslim olmuş durumdayız. Çektiğimiz sıkıntıların, mağduriyetlerin temel nedeni budur. İnfak kültürünü unuttuk, zekât ve sadaka müessesesini can çekişecek şekilde zayıflattık.

Oysa Allah’ın buyruklarına, İslami değer ve öğretilere,  İslam fıkıh ve ahlak külliyatına, Resul-i Ekrem’in sünnetine, Asr-ı Saadet dönemine ve İslam’ın az çok sözünün geçtiği zaman dilimlerine baktığımız zaman infakın, sadakanın, zekâtın, yardımlaşma kültürünün Müslüman halkların hayatına yön veren en önemli öğelerin içinde yer aldığına şahit olacağız.

İslam’ın sözünün geçtiği, Müslümanların hayatında bir değer olduğu zamanlarda Müslümanlar maddi durumlarına bakmadan, zengin ve yoksul infak için adeta birbirleriyle yarışırlardı. Böyle bir kültür sayesinde İslam toplumlarında hiç kimse aç kalmaz, açıkta kalmaz, maddi mağduriyetler yüzünden acı yaşamazdı. Bu kültür sayesinde Müslümanlar arasında zengin fakir ayırımı olmaz, Müslümanlar ayrı sınıflara bölünüp birbirlerine düşman olmaz, birbirlerini ötekileştirmezlerdi.

İnfak kültürünün Müslümanların hayatında ne denli yer edindiğine dair Peygamber-i Ekrem zamanında çok güzel örnekler vardır. Konuyla ilgili çok yoksul olan hanım sahabelerden Ümmü Büceyd’i örnek vermek istiyorum.

Çok Yoksul bir hanım sahabeydi Ümmü Büceyd. Çoğu zaman giyecek bir elbisesi, çocuklarına verecek bir lokma ekmeği olmazdı. Kocası ve çocuklarıyla beraber kıt-kanaat geçinirdi.

Ancak zengin ve cömert bir gönle sahipti Ümmü Büceyd. Yoksulluğuna, çaresizliğine bakmaz, Allah yolunda infak etmeye çalışırdı. Kendisi giymez, muhtaca giydirir; kendisi yemez, muhtaca yedirirdi. Kapısına geleni eli boş çevirmeye gönlü razı olmazdı.

Ne yazık ki çoğu sefer muhtaca verecek bir şey bulamazdı evinde. Bu gönlü zengin, Allah yolunda bol bol infak etme arzusuyla yanıp tutuşan kadın, verecek bir şeyi bulamayınca büyük bir üzüntüye kapılır, için için ağlardı.

Ümmü Büceyd bir gün dayanamadı; gönlünü kavuran, kalbini dağlayan bu sıkıntısını Peygamber-i Ekrem’e açmaya karar verdi. Resulullah’ın huzuruna çıktı. Dudaklarından şu hüzün dolu sözler döküldü:

“Ya Resulallah! Bazen kapıma yoksullar, muhtaçlar geliyor. Onlara verecek bir şey bulamıyorum. O zavallıları geri çevirmek bana çok ağır geliyor.”

Peygamber Aleyhisselam onu teselli ederek:

“Üzülme!” Dedi. “Kapına gelen yoksulları boş çevirme. Verecek bir şey bulamazsan bile ellerine birer hayvan tırnağı sıkıştırıver.”

Ümmü Büceyd, Rasulullah’ın huzurundan ayrılırken zihni hayvan tırnağıyla meşguldü. Hayvan tırnağının kime ne faydası olabilirdi ki? Kapına gelene ha hayvan tırnağı verdin ha boş çevirdin, neticesi aynıydı. Peygamber hayvan tırnağıyla neyi kastetmişti acaba?

Biraz tefekkür edince Rasulullah’ın ne demek istediğini anladı Ümmü Büceyd. Rasulullah; önemli olan sadakanın veya infakın değerli olup olmaması değil, Allah yolunda infakın her zaman canlı tutulması, sadaka vermenin mü’minin ahlakından olması gerektiğini anlatmak istemişti.

Sadakanın azı çoğu olmazdı. Kişi maddi durumuna, imkânlarına göre mutlaka infak etmeliydi. Yoksul olmak sadaka vermeye engel değildi. Halis bir kalp, temiz bir niyet, salt Allah rızası için verilen ucuz, hatta değersiz bir sadaka bile yüce yaratıcının nezdinde övgüye layık, mükâfatı hak eden bir ameldi.

Evet, sevgili okuyucu ne Resulullah, sen yoksulsun, bir şey vermesen de olur dedi ne de hanım sahabe yoksulluk bahanesinin arkasına sığındı. Bizim ise o kadar çok bahanemiz var ki, infaka hiçbir zaman sıra gelmiyor.