Bugün dünya üzerinde kendini Müslüman olarak kabul eden, İslami anlamda iman ehli diye tanımlayan milyarlarca insan var. Lakin bu Müslümanların büyük çoğunluğu inandıklarını söyledikleri değer ve ilkelere göre yaşamıyorlar. İman onların söz ve davranışları, yaşam tarzları üzerinde ciddi bir etkiye sahip değil.

İman nedir, nasıl bir şeydir, inandık, iman ettik demekle insan gerçek manada iman etmiş oluyor mu, böyle bir iman Allah katında ne derece makbul sayılıyor. Kuşkusuz bu konuda yazılan, çizilen çok şey var.

Günümüzün büyük âlimlerinden biri İmanı herhangi bir konuda tatmin olmak olarak açıklıyor.

Yani herhangi bir meselede, Allah`a, Ahiret gününe, ölümden sonra dirilmeye, cennet ve cehenneme inanç konusunda kalbinde bir tatmin olma hissi duyarsan işte o imandır. Gerçek, kâmil iman… Ama dilinle, hatta aklınla bile Allah`a ve Ahirete, diğer gaybi meselelere inandığını kabullensen ancak kalbinde tereddütler ve şüpheler taşısan ya da bu sayılan şeyler konusunda ruhen tatmin içinde değilsen sahip olduğun iman sorunlu bir imandır. Allah`ın indinde makbul olmayan bir imandır.

İmanın İslam ümmetinin hayatını değiştirme konusunda güçsüz kalmasını bu tatmin olmama, mutmain olmama haline bağlıyorum ben. Adam iman ettim diyor, cennete, cehenneme inandığını söylüyor, diliyle ölümden sonrasını kabul ediyor, ama inandığı şeyler onu günahtan alıkoymuyor. Allah`a isyandan, harama el uzatmaktan uzaklaştırmıyor. Cenneti istiyor, lakin onu cennete götürecek işler yapmıyor. Cehennemden korkuyor fakat ne kadar cehennemlik amel varsa işlemekten çekinmiyor.

Neden? Çünkü kalben cennet ve cehennemin varlığını hissetmiyor, hissedemiyor? Ona deseler ki on yıl boyunca seni en ağır işlerde çalıştıracağız. Günde on sekiz saat, güneşin altında inşaatlarda, demir atölyelerinde en ağır şekilde çalışacaksın. Sonrasında sana İstanbul`da, deniz kenarında bir villa vereceğiz. Noter huzurunda da bu vaatlerine resmiyet kazandırsalar…

Peki, bu teklife kim büyük bir aşk ve şevkle atılmaz? İnsanlar o villaya sahip olmak için değil on yıl, yirmi yıl da ölesiye çalışmayı kabul eder. Ama Allah yüce kitabında, Peygamberinin vasıtasıyla çok daha hafif bir çaba karşılığında sonsuz cenneti vaat ettiği halde insanların çoğu için bu teklif cazip gelmez, ilgi uyandırmaz. Dilleriyle isterler ama elde etmek için istenen çabayı göstermezler.

Çünkü insanlar iman ettik, inanıyoruz demelerine rağmen cennet ve cehennemin varlığı konusunda kalben ikna olmuş değiller.

Sekiz on yaşlarında bir çocuk büyük bir ciddiyet ve heyecanla yanımıza koşarak gelse ve evimizin yandığını veya ailemizden birinin kaza geçirdiğini söylese hangimiz yerimizde dururuz. Hangimiz sakin dururuz, bir şey olmamış gibi davranırız? Ne kadar önemli işimiz olursa olsun, işimizi bırakıp çocuğun peşinden koşmaz mıyız? Çocuğu sorguya çekmeye, sözlerinin doğruluğunu araştırmaya bile ihtiyaç duymayız. Neden? Çünkü çocuğun ciddiyet ve heyecanı bizim ona gerçek anlamda inanmamıza yetmiştir. Çocuğun söyledikleri konusunda mutmain olmuşuz.

Ama yüzlerce, binlerce yıldır sayısız Peygamber, veli, bilgin, âlim, doğru sözlü ve güvenilir insan bizlere ölümden sonraki hayatın gerçek olduğunu söylemesine, cennet ve cehennem hakikatine şahitlik etmesine rağmen bu uyarı ve telkinler bizleri harekete geçirmiyor. Çocuğun yarattığı heyecanı yaratmıyor.  Sanki cennet ve cehennem yokmuş gibi yaşıyoruz.

Çünkü cennet ve cehennemin, ölümden sonraki hayatın hakikati konusunda bir iman zaafı içindeyiz. Bu konuda kalplerimiz mutmain değil. Ve belki de bu tatminsizliği bile bilmeden yaşıyoruz. Bir gaflet ve cehalet bulutu içinde kaybolup gitmişiz.

Müslümanların, İslam ümmetinin iman konusundaki zaafı ne yazık ki kalben mutmain olmama halinden kaynaklanıyor. İmani konularda bir tatmin hali yaşarsa kesinlikle bu gün içinde bulunduğu perişanlık, günah bataklığı içinde yüzme, harama karşı duyarsızlık halini yaşamaz.

Dirilişimiz gerçek imanı elde etmekten geçiyor. Gerçek imanı bulmak için harekete geçmeliyiz, gerçek iman arayışına girmeliyiz. Bu konudaki hastalığımızı tespit etmeli ve tedavi çareleri aramalıyız.

İslam ümmetinin zulümden, sömürüden, cehaletten, dağınıklıktan, yoksulluktan, günah ve haram bataklığından, İslam dışı, İslam düşmanı güçler karşısında düştüğü zelil durumdan kurtulmasının tek yolu hakiki imanı elde etmesidir.