Çocuk eğitiminin önemli öğelerinden biri çocuğa yönelik bakış açımızdır. Bu konuda Üstad Bediüzzaman`ın “Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelam öğrendim: mana-yı harfî, mana-yı ismî, niyet ve nazar.” Bediüzzaman aslında ilim tedrisatındaki bütün o zorlu süreci dört kelimeyle hülasa etmektedir. Bu dört kelime, TALEB eden her ilim taliplisi için çok önemlidir, ama bu yazımızda ‘nazar` üzerinde duracağız.
Halk arasında sık kullanılan bir söz vardır: Aklıma gelen başıma geldi diye, bazen düşündüklerimiz bir süre sonra davranış kalıbı alabiliyor. Özellikle çocuklar üzerinde tesiri daha fazla oluyor. Biz çocuğumuza bakınca ne görüyoruz olumlu şeyleri mi yoksa olumsuz şeyleri mi görüyoruz onlar hakkındaki düşünme biçimi, onlara nasıl davranacağımızı belirler. Çocuğa bakış açısı olumsuz ise sürekli çocukta hata aranır, bu düzeltilmeye çalışılır. Çünkü insan, bir şeyin olmasını beklerse, kendini haklı çıkarmak için o şeyi olduruyor. Durumu kendi oluşturuyor, dahası bir şeyi çok düşünürsek, algıda seçicilik başlıyor ve o şeyi arayıp buluyoruz.
Bakış açımızı şöyle farklılaştırabiliriz; çocukları haylaz yaramaz olarak değil bu enerjisini nasıl kullanabilirim diye düşünmek gerek. Öğrenemiyor demek değil acaba bunun öğrenme yöntemi nasıl diye araştırmak gerek. Çocuğu problemli olarak değil bunun ruhuna nasıl dokunabilirim diye söylemler geliştirerek farklı bakış açısına sahip olabiliriz.
Özellikle çocuklarımız ile birlikte iken bir başkası ile konuşurken bizim çocuk başaramıyor tembel gibi sözler kesinlikle söylenmemeli. Çocuklar etiketlendikleri zaman, o etiketin içini doldurur; aptal, geri zekâlı, tembel diye etiketlenen çocuk zihin savunması olmadığı için kendisini öyle zanneder ve o zan sebebi ile gelecek hayatı olumsuz etkilenebilir. Bu olumsuz sözler ve düşünceler yerine çocuğum çok meraklı, eğlenceli, düşünceli ve sorumluluğunun farkında olan bakış açısı, çocuğumuz öyle olmasa bile bir süre sonra Allah`ın izni ile öyle olumlu davranışlar gösteren bir birey olur.
Bakış açısı konusunda sosyal bilimler alanında bir çok deney yapılmıştır, onlardan biri de 1960 yılında Harvard Profesörü Robert Rosenthal`ın yaptığı deneyi ele alabiliriz. Robert, bir okulda öğrencilere IQ ve akademik eğilimler testi veriyor ve öğrencilerin sonuçlarını kaydediyor. Daha sonra bu öğrencileri rastgele farklı sınıflara yerleştiriyor. Ama öğretmenlerine iki farklı bilgi veriyor. Bir grup öğretmene ‘sizin sınıfınız IQ`leri ve akademik eğilimleri yüksek öğrencilerden oluşturuldu` diyor. Diğer gruptaki öğretmenlere de ‘sizin sınıfınız IQ`leri ve akademik eğilimleri düşük öğrencilerden oluşturuldu` diyor. Ama aslında her iki gruptaki öğrencilerin, IQ`leri ve akademik eğilimleri aynı. Robert`ın merak ettiği soru şu: Kendi öğrencilerinin daha başarılı olduğunu zanneden öğretmenler, daha yüksek beklentilere girip, onların başarılarını gerçekten artırabilecek mi? Ya da kendi öğrencilerinin başarısız olduğunu zanneden öğretmenler, beklentilerini düşürüp, onları gerçekten başarısız mı kılacak? Robert, yılsonunda aynı testleri tekrar uyguluyor. Sonuçlar teorisini destekliyor. Öğrenciler başlangıçta aynı seviyede olmasına rağmen, kendi öğrencilerini daha başarılı zanneden öğretmenler, çocukların hem IQ`sünü hem de akademik başarılarını diğer gruba göre neredeyse iki kat daha fazla artırıyor.
Sonuç olarak, bu deneyde almamız gereken önemli bir ders; çocuklarda olumlu bir beklenti oluşturursak çocuğun başarısı da, o oranda artar. Bu başarı sadece akademik hayatta değil, hayatın farklı alanlarında elde edilebilir. Bediüzzaman`la başladık, Bediüzzaman`la bitirelim: “GÜZEL GÖREN GÜZEL DÜŞÜNÜR, GÜZEL DÜŞÜNEN HAYATINDAN LEZZET ALIR.”
Vesselam..