Üst katta oturan eltisi nedeniyle sorun yaşayan hanımefendi okuyucumuz şöyle diyor:
“Kocamın üç erkek kardeşi var, birlikte birkaç iş yapıyorlar. İki amca oğulları da işlerine ortak. Daha önce herkes kiradaydı, bir araya gelip bina satın aldılar ve dört aydır aynı binada oturuyoruz. Bizim oturduğumuz dairenin üst katında kocamın bir büyüğü olan kayınım oturuyor. Benim altı aylık bir bebeğim var. Yengemle eskiden pek görüşmezdik, biraz soğuk biri. Altı çocuğu var. Yukarda sürekli gürültü patırtı var, televizyonun sesini de sonuna kadar açıyorlar, çocuklar koşup duruyorlar, sanki ev yıkılıyor. Balkondan sofra silkelemek mi dersiniz, merdivenlerin kiri pasağı mı dersiniz, ne kadar sorunlu olduklarını anlatamam.
Yengeme bir sefer, “çocuklar biraz sessiz olsalar, bebek uyuyamıyor” dedim. “Ne yapmışlar ki, benim çocuklarım zaten sessiz” deyip kapıyı yüzüme kapattı. Kocam işten geç geliyor, geldiğinde, “şunlara söyle yapmasınlar” diyorum, “idare et, bir şey olmaz” gibi laflar edip geçiştiriyor. Bu yüzden kaç defa kavga ettik, bir defa da “ben ya başka eve giderim ya da sen bilirsin” dedim. O da çok sinirlendi ve beni dövdü, “defolursun nereye gidersen gidersin” dedi. Geçen diğer yengemler gelmişti, onlar da “bu ne gürültü böyle” dediler. Çok bunaldım, ne yapacağımı şaşırdım.”
Buna benzer problemler maalesef sıkça dile getirildiği için bir tanesini yine bu şekilde naklettik.
Mizaçlar, ırsi tutum ve davranışlar, dış etkenler vs. ilim ve irfandan uzaklıkla birleşince ortaya böyle sabır gerektiren sonuçlar çıkabiliyor.
Burada hem iman kardeşliği, hem iş ortaklığı, hem komşuluk hem de akrabalık gibi birkaç sorumluluğun iç içe olduğu bir durum var.
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Komşuluk üçe ayrılır. Kimi komşunun diğeri üzerinde üç, kiminin iki, kiminin de tek hakkı vardır. Üzerinde üç hak bulunan komşu, senin Müslüman ve yakın akraban olan komşundur. İki hakkı bulunan komşu, akrabalık bağın bulunmayan Müslüman komşundur. Tek hakkı olan komşu, zimmî (Müslümanların himayesinde bulunan gayr-i müslim) olan komşundur." (Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 5/207; Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs 2628; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid 8/164)
İster komşu, ister akraba, isterse yabancı bir halde bulunsun Müslümanın temel özelliği zararsız bir insan olmasıdır. Zira Alemlerin Efendisi(sav); "Başkalarına zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur." (İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta', Akdıye, 31) buyurmuşlardır.
Komşuluk haklarının ne kadar ehemmiyetli olduğunu zaman zaman burada dile getiriyoruz. Öyle ki, Allah Rasulü (sav); "Komşusu, zararından emin olmayan kimse cennete giremez." (Buhari, Edeb 29; Müslim, İman 73) buyurmuştur.
Sahabe bu konuda o kadar hassastı ki, kaynaklarda, evindeki fareler, komşuya kaçar diye evine kedi almaktan vazgeçenleri bile olduğundan bahsedilir.
Sahabeden sonra tabiinin en büyüklerinden kabul edilen Hasan Basri (rh) şöyle demiştir: “Güzel komşuluk sadece komşuya eziyet etmemek değildir. O, aynı zamanda komşudan gelen eziyetlere katlanmaktır.”
Dolayısıyla komşuluk iki taraflıdır. Karşıdaki komşunun illa ki, yanlışından vazgeçmesi için haddi aşmayan hikmetli çabalar devam etmelidir. Ama her aşırılığında hemen hiddete kapılıp hak hukuk diyerek harekete geçmek de çok değerli bir tarz olmasa gerektir.
Aynı binada, aynı sokakta ve hakeza aynı şehirde yaşamanın yazılı ve yazısız kuralları yanında bir de sabır, tahammül, genişlik, anlayış, müsamaha, hoş görme ve görmezden gelme gibi esneklik gerektiren ahlakî umdeleri vardır.
Hele de komşusunun verdiği rahatsızlığı aile içi huzursuzluğa dönüştürmeye de ‘pes doğrusu` diyoruz.
Okuyucumuz, tahammül etmekte zorlandığında meseleyi kocasına yine söyleyecektir. Ancak onun uygun bir zamanını gözeterek uygun bir dille, kötülemeden ve abartmadan. Olmadıysa imtihana sabredecektir.
Adamın biri Resûlullah(sav)`e gelip komşusu hakkında şikâyette bulundu. Resûlullah (sav) ona şöyle cevap verdi: "Ona eziyet etmekten sakın. Onun eziyetlerine de sabret. (Komşu haklarına riayet hususunda) korkutucu olarak ölüm yeter!" (Münâvî, Feyzü'l-Kadir 5/8)
Dua bekleriz.