Bu kadar görüşme, anlaşma, toplanma, karar ve zirveye rağmen, açlıktan, soğuktan ve türlü türlü yıkımlardan sağ kurtulmuş son çocuk/son mazlum da can verinceye kadar zalimlerin saldırısı devam ediyor.
Geçen hafta Time dergisi ABD`nin yalnızlığı kapağı ile çıkmıştı. Aslında yalnızlaşan yalnız ABD değil. O kan ve tozla kaplı fotoğrafların yansıdığı gözler de bir hesaplık mahşer kadar yalnız..
İki hafta önce İngiltere`de kurulan “Yalnızlık Bakanlığı” yetmez. Bir kabine kurmalılar, “Yalnızca Çıkarımız Bakanlığı”, “Yalnız Bırakma Bakanlığı”, “Yalnızca Biz Bakanlığı”.. Kurmalılar sözü biraz fazla, zaten bunun gibi birçok bakanlık var ve bol bol “yalnızca ben”ler üretiyorlar.
Yalnızlık değil, teklik Allah`a mahsus. Çünkü O, her an her yerde, her zikreden, dua ve istiğfar edip kendisini hamd ile tesbih eden bütün mahlukatının yanındadır. “O sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 153) “O, takva sahipleriyle beraberdir.” (Tevbe 36) “O, Peygamberlerle, Sıddıklarla, Salihlerle, Şehidlerle beraberdir.”(Nisa 69) “O, ihsan edenlerle beraberdir.” (Ankebut 69)
İnsanın ise Allah ile beraberliği dışındaki bütün yalnızlığı zarardır.
“YaInızIığın en kötüsü seni anIamayanIarın arasında kaImaktır” diye Mevlana`ya atfedilen bir söz vardır lakin hakikat şu olsa gerektir: “Yalnızlığın en kötüsü, rahmetten kovulmaktır.”
Menfaatinin olmadığı zerre miskal hayır için kılını dahi kıpırdatmayan beşer, yalnızların en zavallısıdır.
Çıkarı bulunmayan dağlar kadar zulümler karşısında üç maymunu oynayıp kaçarak felsefenin Everest`ine tırmanan insan, yalnızların en bedbahtıdır.
Diğer insanlardan yana, vurdumduymaz, duyarsız, ilgisiz ve dertsiz komşu da, akraba da, kardeş de hep yalnızlık azabı çekmektedir.
Mazlum, esir, yetim, öksüz, mahkûm, muhacir ve garip gureba için dönmeyen dilin de, çalışmayan elin de, yürümeyen ayağın da, düşünmeyen zihnin de, yazmayan kalemin de, sızlamayan kalbin de sahipleri yalnızlık zindanındadırlar.
Sorulmayan değil asıl sormayan yalnızdır, Hatırlanmayan değil asıl hatırlamayan yalnızdır.
Elinden tutulmayan değil asıl tutmayan yalnızdır. Aç bırakılan değil doyurmayan, tutsak edilen değil, kilitleri kırmayan, zincirleri koparmayan yalnızdır.
Haksızlığa maruz kalan değil, haksızlık karşısında susan yalnızdır.
Ve yalnızlığın girdabında olan Kudüs değil, onun iman ehli(!) bekçileridir.
Müslümanın her ameli ihlası nispetinde onu yalnızlıktan kurtarmak için hediye edilmiştir. “Herhangi bir ticaret ve alışveriş kendilerini Allah`ı zikretmekten, namazı kılmaktan ve zekatı vermekten alıkoymadığı erler” (Nur 37) ‘halvet der encümen` (halk içinde Hak ile olmak) sırrının izini süren kimselerdir.
Onlar “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve 'Ey Rabb'imiz! Halkı zalim olan şu kasabadan bizi çıkar; bize kendi katından bir veli (koruyucu, sahip) gönder, bize kendi katından bir yardımcı gönder' diyen zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa 75) ayetini her okuduklarında, amel defterlerinin sola kaydığını hissedip, korkudan yerlerinde duramayan kimselerdir.
Yalnızlığı artıran bütün sözler, tavırlar, hal ve hareketler de ittifakın, ittihadın, uhuvvetin, cemiyetin yani rahmetin yele verilmesidir.
Şimdi ne kadar da birbirimizin tebessümüne, tesellisine, yüreğine, sesine ve nefesine muhtacız.
“Senin olmadığın yerde, benim ne olduğumun, hangi milletten olduğumun ne kıymeti var” dediğimiz zaman yalnızlığımızın bağı çözülür.
Elhasıl, gelin altı, milyarlarca yapayalnız mezarla dolu olan yer kürenin üstündeki yalnızlığa dokunalım. Kendisine Kevser verilen Alemlerin Efendisi`nin(sav) buyruğuna kulak vererek: “Rabbiniz arada bir tercüman bulunmaksızın, her birinizle konuşacaktır. Kişi sağına bakar, önceden gönderdiği iyi işleri görür; soluna bakar vaktiyle yaptığı kötü işleri görür. Önüne bakar, önünde sadece cehennemi görür. Yarım hurma ile de olsa cehennemden korununuz.”
(Buhârî, Zekât 9; Müslim, Zekât 67; Tirmizî, Kıyamet 1; İbni Mâce, Mukaddime 13, Zekât 28)