Mehrinin elinden alındığını belirten bayan okuyucumuz şöyle soruyor:

“Beş yıldır evliyiz. Düğünümüzde 110 gram altın alınmıştı. Kocam hırsız filan çalar diyerek bir hesap açalım orada dursun dedi. Kendi adına bir hesap açtı ve bankaya yatırdı. Dört tane kaynım var. Bunlardan ikisinin mağazası vardı, iflas ettiler, çok borçları çıktı, eşim de onlara yardım etmemiz gerekir dedi, bankadaki parayı onlara vermiş. Onlar da artık asgari ücretle çalışıyorlar. Benim mehrim olan parayı hiç ödeyecek durumda değiller. Kocam tekrar kazanırım filan diyor ama benim paramı sen nasıl benden habersiz verirsin diye çok kızıyorum, bir türlü içimdeki öfke dinmiyor, artık mehrim de yok düşüncesini de atamıyorum. Gitgide kendimi yalnız ve güvensiz hissetmeye başladım, ne yapayım.”

Öncelikle mehirle ilgili şu temel bilgiyi hatırlayalım.

“Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile verin”(Nisa 4) ayeti ile mehir, evlenme teklifini kabul eden kadına verilmesi farz olan mal veya paradır.

Efendimiz (sav) evlenmek üzere olan bir erkeğe, evleneceği kadına mehir vermesini emrederek şöyle buyurmuştur: "Demirden bir yüzük de olsa ona ver." (Buhârî, Nikâh, 41)

Nikah sırasında mehir belirlenmemişse nikah geçerlidir ve bu durumda kadın, mehir almamak şartıyla nikaha razı olsa bile mehir hakkı kendiliğinden doğar. Bu şekildeki mehire mehr-i misil denir. Bunun miktarı ve ödeme şekli, o kadına denk sayılan diğer bir kadının aldığı mehire bakılarak tespit edilir. Nikah akdi sırasında peşinen verilirse buna mehr-i muaccel, daha sonra verilmek üzere belirlenirse buna da mehr-i müeccel denir. Cinsi münasebetle veya bundan önce kocanın ölmesiyle kadın mehrin tamamına, ancak münasebet olmadan ayrılırlarsa bu defa yarısına hak kazanır. 

Erkek, boşadığı kadının mehrine dokunamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bir eşi bırakıp yerine bir başka eş almak isterseniz bıraktığınıza yüklerle mal vermiş olsanız bile hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve apaçık günaha girerek mi alacaksınız?” (Nisa 20)

Mehir kadına hürmeti gösterir, yoksa asla onun değerinin karşılığı değildir. Öyle olduğu içindir ki mesela Hz. Fatıma (rha) evlenirken Hz. Ali (ra) kendisine ancak bir zırhı mehir olarak verebilmiştir. Fedakarlık dediğimiz şey hak ve hukukun ötesi için kullanılır. Bu nedenle eşlerin birbiri üzerindeki hakları yazılır, konuşulur ancak eşlerin birbirine fedakarlığı yaşanır, hayatın tadı/huzuru/güvenliği ve anlamı da bu fedakarlıkda gizlidir. Mehir kadının hakkıdır, onun izni olmadan buna müdahale edilmesi, hukuki sonuçlar doğurur.

Burada iyi niyetle yanlışların iç içe karıştığı bir sürecin sonunda erkeğin, eşinden izinsiz aldığı mehri tekrar iade etmesi gerekecektir. Şayet eşine sorarak iznini aldıktan sonra kullansaydı, şimdi durum farklı olurdu.

Karşınızdaki ev yanarken söndürmek için koşarsınız ve o sırada kullandığınız su kimindir diye düşünmezsiniz. Burada erkeğin de yaptığı biraz böyle acil durum hatası gibi gözüküyor. Burada okuyucumuz, akrabasını zor gününde yalnız bırakmadığı için kocasıyla hem iftihar etmeli hem de kendisine dua etmelidir. Borçluya, darda kalana yardım edene Allah-ü Teala da mutlaka yardım eder. Kaldı ki, aynı durum kendilerinin başına da gelebilirdi ve o zaman da ilk yardım etmesi gerekenler bu yakınları olacaktı. Zira kimin ne zaman ne ile imtihan edileceği belli değildir.

Aile saadeti, sizin hesabınızda duran para ile değil, başkasının derdine derman olma ile yani alınan hayır duası ile kazanılır. 

Mehir, boşanma sırasında kadına ödenmesi gereken bir meblağ olduğuna göre, sürekli bunun telaffuz edilmesi ve ailede gündem olması sanki boşanmaya hazırlık gibi olumsuz bir zihinsel çağrışım şeklinde algılanabilir.

Üstelik birlikte kurulan ve acısıyla tatlısıyla, karşılıklı diğergamlıkla, dayanışma ile ikramla, hizmetle, sahiplikle, harcama ile sürdürülen yuvada, çiftlerden birinin ‘benim param` diye aşırı ısrarı da aradaki sıcaklığa zarar verebilecek bencil bir tavırdır.

Son olarak, okuyucumuz, rızkın, bolluk ve bereketin,  kesinlikle Allah`tan olduğunu bildiğine göre kocasının birilerine yardım için verdiği parayı kimsenin yüzüne vurup minnet etmemelidir.

Yaşadığımız şu kısacık dünyanın her bir anı, Rabbimizin rızasını, muhbbetini, bize yakınlığını kazanmak için fırsat olarak görülmeli, O`nun bizden hoşnut olmayacağı her türlü söz ve tavırdan uzak durulmalıdır.

Dua bekleriz.