Bu hafta meclisin gündeminde olan konulardan biri de kadına şiddetin önlenmesi ile ilgili kanun tasarısı idi. Kadının şiddetten korunması için ilk defa kanun çıkarılmıyor. Daha önce defalarca çıkarılan kanunların faydasız ve uygulamada pek karşılığının olmadığı düşünülerek biraz daha sertleştiriliyor.
Çıkarılan kanun tabi ki, mahkemelere, kolluğa ve medyaya düşen vakaların korkunç bir hızla artmasının önüne geçmeyi amaçlıyor. Ancak yapılan araştırmaların gösterdiğine göre bu ülkede şiddete uğrayan kadınların yüzde 92`si, yaşadıklarını herhangi bir merciye, kuruma vs. iletmiyor. Yine yüzde 28‘i uğradığı şiddet için kendini suçluyor.
Konuyla ilgili herkes konuşuyor, fikir beyan ediyor. İşin garip tarafı, Chp ve Tüsiad gibi, 28 şubat zihniyetinin koruyuculuğunu yapanlar ve bilumum laiklik savunucuları, ateistler, statükocular, yani İslami değerlere maskeli ve maskesiz karşı olan kim varsa hepsi bu yasayı ısrarla destekliyor ve hatta yetersiz buluyorlar. Neredeyse kadınların her birini polis yapacak kadar iyilik perisi(!) oluveriyorlar.
Şunu bilmek gerekiyor ki, Peygamber Efendimiz(sav); “Ancak kötüleriniz, kadınlarını döver” buyurduğu gibi veda hutbesinde de, kadınların kocalarına “Allah`ın emaneti” olduğunu hatırlatmış ve kadına şiddetten menetmiştir. Kur`an-ı Kerim`de ise kadınların hakları detaylı olarak işlendiği gibi, hatalarının değil güzel yönlerinin görülmesi emredilerek onlara hep iyilikten bahsedilmiştir. Ancak kadının başıboş olmayacağı gerçeğinden hareketle, aileye zarar veren ısrarlı yanlışlarına karşı, haddi aşmamak kaydıyla kocaya bazı tedbirler için de yetki vermiştir. Bunun yanında İslamın bütün emirleri birbirleriyle bağlantılı olduğu için, kişi gereği gibi iman edip salih amelde bulunduğu zaman, zaten kadına şiddet otomatik olarak ortadan kalkmaktadır.
Açıktan veya gizliden İslama düşmanlık yapanların kadına şiddete, şiddetle tepki vermelerini sakın onların iyiliğinden zannetmeyin. “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözüne dayanarak onların lafına değil işine bakalım.
Birincisi, adamların niyeti, üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. Yani kadına şiddet davulunu çalarak aileyi ortadan kaldırmaya çalışmaktır. CHP İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak`ın sözkonusu kanunla ilgili komisyonda ağzından kaçırıp, kadına şiddetin önemli kısmının aileden kaynaklandığını ifade ederek, “Hukuk devletinin birinci görevi bireyi korumaktır. Kadını aile tanımının içine sokmak, onu birey olarak ikinci plana atıyor” demesi işte bu gerçeği anlatıyor. Yani onlara göre kadına şiddeti önlemenin yolu, kadını nikah bağından da kurtarıp tam özgürleştirmek. Bu ülkede yüz yıldır bunun mücadelesini verdiler ama bir türlü istedikleri olmadı. Ancak çaldıkları davulla zinayı suç kapsamından çıkartmayı başardılar. Hem de zinanın haram olduğuna inanan zatlara yaptırdılar bunu. Halbuki, zinanın suç sayılmadığı yerde kadına şiddeti önlemekten bahsetmek havanda su dövmektir. Çünkü kadına şiddet uygulayanların çoğu, karısının başka bir erkekle ilişkisini, yani zinayı veya zinaya tevessülü sebep göstermektedir.
İkincisi, malum çevrelerin öfkesi, aslında kadına şiddet uygulanmasına değil, İslamın getirdiği yasakların uygulanmasınadır. Onların asıl istediği şey, İslamdaki kadının açılıp saçılması yasağının kökten kaldırılmasıdır. Dolayısıyla namus mefhumuna şiddetle karşıdırlar. Hatta bu konuda öyle nettirler ki, mesela Batman gibi bir yerde, örtülü kadınların eline “Biz kimsenin namusu değiliz” yazılı pankartları bile taşıtırlar. Bu konuda da halk üzerinde olmasa da, hükümetler üzerinde etkili olmuşlardır ve kadının örtünmesinin farz olduğuna inanan zatların eliyle , başörtüsü yasağının sürdürülmesini sağlamışlardır. Halbuki Üstadın dediği gibi, tesettürün kalkması, kötü bakışlara karşı kadını korumasız kılarak, kocasıyla arasındaki sadakati zedeler ve şiddetin kapısını açar.
Neyse modası geçmişleri biz de geçelim de mezkur kanuna gelelim. Söylenen ve söylenecek çok şey var ama tek cümleyle özetleyelim. Dinin emri olan nikahla kurulan ailenin, ve “Allah`ın emaneti” olan kadının, dinle devletin birbirinden şiddetle ayrı tutulmaya çalışıldığı laik bir rejim tarafından korunacağından bahsedilmesi trajikomikten başka bir şey değil.