İçerde yanlış giden bir şeylerin değişmesine eyvallah da, Suriye`de insan, mantık, umut, akl-ı selim, vicdan, izan, itidal, ittifak gibi insana dair ne varsa adeta hepsinden arındırılıp, vampirlerin koltuk değneği haline getirilmişken, içerdeki seçimin baş döndüren ritmine kapılıp az ötedeki resmi görmezden gelmeyi bırakın, büyük şeytanın son hilesine destek lütfetmek de neyin nesidir?
Batıya gösterilen tepkilere ve bunun için gösterilen hamasete ‘evet` de, Trump`ın; derin pentagonun sadık bir memuru olduğuna dair kendi rüşdünü ispatlama, siyonist partnerinin kaygılarını biraz daha giderip daha güvenli kılma, Rusya`ya karşı gardını alma, küresel hegemonyasının ihtiyacı olan meşruiyyet kılıfını yenileme, bölge ülkelerinin varlıklarıyla alay edip, bozduğu psikolojileriyle her yönden kendine mecbur kılma gibi bir dizi saiklerle kurduğu oyunun sonunda attığı füzelere methiyeler düzmek de neyin nesidir?
Devletin bir bakkal dükkânı olmadığını, bilgi, belge ve bir takım stratejilerle sahayı tepeden gören geniş bir projeksiyonla adım attığını söyleyeceksiniz ki bunda sıkıntı yok.
Ancak, ABD`nin her ileri modunda geri geri giden bir ülke imajını geçtik, filmlerinde rollerini oynarlarken her şirinlemelerinde onlara aldanan bir ruh halinin dış politikanın labirentine saklanamayacak kadar netleştiği gerçeğinden bahsediyoruz.
Suriye meselesi ile ilgili, önceki hükümetin bir takım ciddi hatalar yaptığının yüksek sesle dile getiriliyor olması, bundan sonra neler yapılacak? sorusunu gündeme getirirken, çözüm için gösterilen çabaların Trump`ın rüzgârında savrulmamasını umanlar haksız değilse, 17 Nisan`da, yüzde 60 oranındaki evet`den aldığı cesaretle büyük şeytana ‘hayır` diyebilen ve kime ne yaparsa yapsın hiçbir numarasında hayır görmeyen bir duruşu bekleyenler de haklıdır.
Hicretten daha 15 yıl bile geçmemişken, İslam orduları tarafından fethedilirken, Bizans kralına bütün üzüntüsüyle Suriye`ye, ‘elveda` dedirten ruh, hâlâ yeryüzündedir.
Çünkü Suriye`nin fatihi Ebu Ubeyde b. Cerrah`ın ve tüm ümmetin peygamberi, sadece o günkü alemlere değil, bugünkü alemlere de rahmettir ve emanetleriyle kaimdir.
Ve Kur`an, sadece bir asırdaki tabilerine değil, tüm zamanlardaki inananlarına yakın bir fetih müjdelemektedir, taraftarlarına galibiyet vadetmektedir.
Böyle yüce bir ufka sahip olanlar, süper güçlerin ömrünü bir Kadisiye kadar görmezler.
Dolayısıyla ne kınayıcıların kınamasından, ne de şeytan ve dostlarının korkutmasından korkarlar.
Evet, daha dün Osmanlı`ya vergi ödeyen ABD karşısında, şimdilerde at oynatmak herkes için dikkat istiyor ama yakın tarihte burnunun yere sürtüldüğü nice örneklerle doludur. İnşallah Rabbimiz, fil sahiplerinin tuzaklarını 15 Temmuz`da burada boşa çıkardığı gibi yanı başımızda da yine boşa çıkaracak ve onları yenilmiş ekine çevirecektir.
15 yıl önce, Irak`a demokrasi götürmek için, ‘orada kimyasal var` yalanını uyduran katil, öyle sivilleri filan umursamadığını defalarca açık açık ifade etiği halde, İslam İşbirliği Teşkilatı`na bile son füze saldırıları için teşekkür ettirmek, dalalet değilse gaflettir.
Hatta bu müdahalenin ABD`nin güvenliği için yapıldığını söylemişlerdir ki bunun başta israilin muhafazası gibi bir çok izahı vardır.
Ortada öyle abartıldığı gibi bir sonuç da yokken, ‘oh oh, biz bir şey yapamıyoruz, siz yaptınız, elinize sağlık ama keşke Saddam`ı devirdiğiniz gibi bu işi de tamamına erdirseniz` yaklaşımı bir hilal tutulması olsa gerektir.
Tam da bu noktada Bediüzzaman`ın Hutuvat-ı Sitte eseri ders olarak okunmalı. Orada şöyle diyor: “(Ey İngiliz/ey bugünün Amerikası!) İslâmiyet muhabbeti, senin husumetini istilzam eder(gerektirir). Cebrail, şeytan ile barışamaz. Siyasetimizde en acınacak, en ebleh bir akıl varsa, o da öylelerin aklıdır ki, (İngiliz)… milletinin ihtiras ve menfaatini, İslâmiyetin menfaat ve izzetiyle kabil-i tevfik(birarada) görüyor.”
Elhasıl, milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapmak güzel ancak, madem ki, alem-i İslam`ın sorunlarını çözmeye gücümüz yetmiyor. Bari hile ve tuzaklarıyla binamızın yıkık bir köşesine üşüşen zalimlerin de iştahını açmaktan uzak duralım.