Artık şehr-i Ramazan`a hürmetsizlik deyince bu ayda oruç tutmamak filan değil bu ayda kan dökmemek diye tabir eder olduk. O zaman acaba Ramazan ayına hürmet de bu mübarek ayda gerçekleşen Bedir zaferi ve Mekke`nin fethi gibi celali bir ruhla, şeytanları zincire vurmak mıdır bilmiyoruz.

Gerçi, gerekçeleri insanlıkları kadar sahte, cevapları hayatları kadar yalan, hedefleri yüzleri kadar kara olan süfli yaratıklara göre, can kimindir ve canın sahibi de nedir ki? Onlar zaten her hayrın başındaki besmeleden önce rahmetten kovuldukları için kendilerinden Allah`a sığındıklarımız değiller mi? Onlar Ademoğlu`nun önünden, arkasından, sağından solundan yanaşıp fitne ve fesada düşürmek için söz verenler, onlar çirkin işleri emredenler, onlar her daim vesvese verenler, onlar ateşten yaratılanlar…

Yok savaşıyorlarmış da, güya düşman acımasızmış, kendileri de –nereden aldıkları ve kimin verdiği belli olmayan yetkiye dayanarak- halkı özgürleştirip demokrasi ve barış getireceklermiş, yönetimler öz, başkanlar eş, bölüşümler eşit, emek kutsal, feodaller köylü, işçiler paşa olacakmış, hayat komün, mülk ortak kullanılacakmış. “Berdee binete erde..”

Ama oruç filan demeden, kadın sivil, çoluk çocuk ayırmadan masum bedenlere mezar ettikleri şu kurumuş arz dahi onları zerre kadar sevseydi, yüzlerini nur diye bir sıfatla yani sıbgatullah ile sıvardı. Ama meyvesini hep şehid Aytaç`ların mübarek simasında veren toprak, zaten İblis`in ‘ben ondan üstünüm` dediği kul değil miydi?

Bu habis ve uğursuz urların ataları ne Kamal`dır ne de Kawa. Bunlar, şu kardeşini öldürdükten sonra kargadan ders alanın neslinden. Bunlar kırılmış putların yanında büyük putun boynundaki baltayı görünce şok geçirenlerin zürriyetinden. Bunlar rastgele öldürüp, ‘bak ben de diriltir ve öldürürüm` diye şımaranın sulbünden…

Bunlar hendeklerde yaktıkları ateşin çevresinde oturup alevler içinde yanan halkın feryadını kahkaha ile seyredecek kadar Uhdud Ashabının bıraktığı tohumlardan…

Bunlar köle olarak gördükleri halkın ve gençlerinin ölü bedenlerinden piramitler yapıp içinde kendi cesetlerini mumyalatacak kadar antik Mısır`lılar…

Bunlar evini kuşattıkları peygambere; ‘Ey Lut, Sen bizim ne istediğimizi çok iyi biliyorsun` derken salyalarından LGBT harfleri yazacak kadar Sodom ve Gomore`liler…

Bunlar öldüremedikleri Salih(as) yerine Allah`ın devesini boğazlamak için dokuzlu çete kuracak kadar gaddarlar ve onlara ses çıkarmayanlar da en az sessizlikleri ve korkuları kadar Semudlular…

Bunlar Kâbe-i Muazzama`yı mancınıkla yıkmış Haccac`ın ceyşinden…

Bunlar Kerbela`nın kanlı negatifi. Hani şimdiki gibi şu Fırat`ın suyu önünde engel duranlardan, Hüseyinler önünde taş, İbn-i Ziyad`lara ve Şimr`lere yoldaş olanlardan…

Onlara ‘neden böylesiniz` diye soracak olsanız inanın, sonunda şöyle diyecekler: “Sizin yüzünüzden melek değil şeytan tabiatlı olduğumuz ortaya çıktı, sizin yüzünüzden imanın, ibadetin, ahlâk ve kardeşliğin cennetinden kovulduk, sizin yüzünüzden cana, mala, tüm insani değerlere kastederek ebedi cehennemlik olduk. Sizin Ramazan ayınız yüzünden bağlandık, sizin orucunuz, iffetiniz, hayâ ve edebiniz yüzünden ifşa olduk…”

Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. Hani Tirmizi`de Hadis-i Şerif olarak geçen ve yapmamız tavsiye edilen meşhur bir dua var. “Allah`ım, günahlarımız yüzünden, Sen`den korkmayanları ve bize acımayanları bize musallat eyleme”(Amin)

Evet, bir yönüyle onlar bizim dağlar kadar birikmiş günahlarımız. O yüzden çokça şu mağfiret ayında tevbe ve istiğfarla o seyyiatımızı yakıp kül etmek gerek ki, burunlarımız daha fazla sürtülmesin.

Elhasıl, yetkisini, davasını, hayat düsturunu, dert ve endişesini, Kuran`dan alanlar, masumun canını malını aziz bilenler ancak Ramazan ayının ehlidir. Hakiki özgürlük ancak bu adanmışların yanında ve yolunda olmaktır. Gerçek barış da ancak bu ıslah ve irşad edicilerin adresindedir.

Ayların sultanına ve o sultanın halkına hürmetler..