Kamu kurumlarında kimi dolapların ve eşyaların üzerinde “yangında ilk kurtarılacak” anlamına gelen “Y” işareti konulur ki, bir yangın hengamesinde panik ve telaşla o sıralama unutulmasın. Devletlerin yaşam kalitesi de gelecekte muhtemel bir takım problemler için tedbir almaktaki başarısı ile ilgilidir.

Mesela Türkiye`deki bir madende göçük olduğunda, hemen akla Almanya`nın madenlerde aldığı tedbirler gelir. Veya bugün batı dünyasının kendi sınırları içinde ahlak ve aile mefhumu neredeyse tamamen silinip gittiği halde neden yıkılıp gitmediği sorusunun cevabını da yine, yıkılmalarını önleyecek ciddi siyasi ve ekonomik tedbirler almalarında buluyoruz. Mültecilerle ilgili tavırları da tabi ki bu tedbirleriyle alakalıdır.

İster yangın isterse başka bir afet olsun her zaman ilk kurtarılacak şey insandır ve candır ki, duyarlılık denilen şey de herhalde bunu ne kadar dert edindiğimizle alakalıdır. Müslümanların öncelikle imanını ve ahiretini kurtarma derdi sonra o kardeşlerinin canını, izzetini, itibarını, gücünü, parasını kısaca bütün değerlerini koruma derdi aslında imanımızın da niceliğini göstermiyor mu?

Mevlana(rh)`nın anlattığı güzel bir hikaye var.  Adamın biri şehirden uzak bir yerde yolculuk yaparken; bakıyor ki bir köpek yerde uzanmış can çekişiyor, sahibi de başında ağlıyor. Adam; “hayrola ne oldu, köpeğin nesi var?” diye merakla sorar.

Köpeğin sahibi; “susuzluktan ve açlıktan köpeğim ölecek” Peki “o yanındaki su ve yiyecek değil mi?” “Evet” der köpeğin sahibi. “Eee o zaman, ona yiyecek ve içecek versene, oturmuşsun başında ağlıyorsun” deyince; köpeğin sahibi; “haklısın ama ağlamak bedava, ekmek ve suya kıyamıyorum...” diyor.

Hiçbir tedbir almadan ağlamak, acizlikten öte ahmaklığa da işaret eder. Bugün ülke içinde ve dışında yaşananlara bakınca Peygamber Efendimiz(sav)`in, Hz. Ebuzer`e “Tedbir gibi akıl yoktur”(İbn-i Mace) nasihatini daha iyi anlıyoruz.

Toplumun tamamını ilgilendiren bir sorunun sebeplerini değil sonuçlarını ortadan kaldırmaya uğraşmak tedbirden ziyade reflekstir. Bu refleks de başka sorunlar doğurur. Bugün bölgedeki çatışmalara karşı devletin aldığı önlem, sadece karakol, sınır duvarları, öldürme gibi sadece savaş konseptidir. Evet herhalde hiçbir devlet, silahla karşısına çıkanı –çözüm sürecinde yapıldığı gibi- takdir edip görmezden gelmez. Ancak malum meselede sebeplerle hiç ilgilenmeden sadece sonuçları ortadan kaldırma girişimi, sorunu sadece ileriye ertelemekle beraber milliyetçi hisleri körükler.

Olayı sadece terör başlığı altında değerlendirmek, kendilerine İslamcı denilen ve hükümet cenahına çok yakın duran kimi şahıs ve çevrelerin de maalesef son yaşanan hadiseler üzerine Türk milliyetçiliğine daha fazla meşruiyet kazandırma çabalarını doğurmaktadır. Bu ise başka sorunları tetikleyecektir. Daha dün ‘cenazeler üzerinden siyaset yapıyorsunuz` diyerek eleştirdikleri partinin misyonunu devralanların, tarihteki birtakım kahramanlık nostaljileri ile avunmaları da tedbir değil romantizmdir.

Irk üstünlüğünü esas alan menfi milliyetçiliğin kendisi bizzat sorunun temel sebebi iken bir de kalkıp bunu besleyecek hissi söylemleri mevcut çatışmalara karşı teselli ve motivasyon aracı kılmakla halledilecek şey aslında kardeşliktir başka bir şey değil..

“Kürtlerin bunlara desteği azaldı” türünden tepeden bakar bir eda ile kurulmaya devam eden cümleler yerine, bu ülkede kürtleri de öncelikle Müslüman saymak yerine Türk kabul eden rejim algısına müdahale edilmedikçe, dediğimiz gibi askeri müdahaleler, sorunun güncel sonuçlarını budamaktan başka bir şey değildir.

Osmanlıya atıf yapmak da, eğer Türk`ün Osmanlısı ise bu milliyetçiliğin daniskasıdır. Ama Osmanlı`nın Arnavutu, Boşnağı, Çerkesi, Arabı, Kürdü, Türkü aynı inancın kardeşleri yapıp her birini tüm haklarıyla tanıyıp kabul eden ruhuna dikkat çekilecekse bunun çözüme bir katkısı olacaktır.

Şimdi doğru tedbir almak için bir fırsat daha doğmuştur. Bakalım devlet aklı, bu fırsatı görecek mi?