Her ne kadar ciddi bedeller ödese de, şu an halihazırdaki durum, hükümetiyle, devletiyle ve rejimiyle Türkiye`nin elini güçlendiriyor. Öyle ki bazen yaşananlara bakınca, acaba perde gerisinde böyle bir gaye mi var diye sormaya başlıyorsunuz.

Düşünün, art arda gelen her saldırı ile beraber, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere mevcut hükümete karşı destek artıyor ve muhalefet çok ciddi zemin kaybediyor. Gelinen noktada özellikle MHP`nin kendi içindeki çekişmelerin de etkisiyle neredeyse tüm kartlarını Ak partiye kaptırmaya başladığı bile söylenebilir.

Üstelik gündemi ciddi biçimde meşgul eden çukur sahipleri de, devlet için bulunmaz bir nimet. Devlet için çok avantajlılar. Çünkü son kullanma tarihi geçeli nerdeyse yarım asır olmuş demode birtakım sol örgütlerden medet umacak kadar köhne bir zihin dünyaları var.

Bütün kayıp, yenilgi ve rezil oluşlarını zafer görecek kadar ters işleyen bir mantık örüntülerine sahipler.

Hem bin bir zahmet ve hile ile yanlarına çektikleri halk ekseriyetini kaybetme pahasına şehir merkezlerini harabeye çevirtecek kadar fukara bir zekâ potansiyelleri var.

Hem sadece işgalci dedikleri devleti hedef aldıkları halde rastgele sivilleri katletmekle, işinde gücünde esnafın olaylardan habersiz kitleleri canından bezdirmekle işleri bitmiyor, çocukların eğitim gördükleri okulları yakıp yıkıyorlar ve kazıp delik deşik ettikleri sokaklardan çok daha önemli olan halkın dini değerlerini de öncelikli tehdit kabul ederek adeta kondukları dalı da kesmekten geri durmuyorlar. İkide bir, Diyarbakır gibi bir milyon insanın O`nun aşkına meydanlara akın ettiği Peygamber Efendimiz`e(sav) hakarette bulunuyorlar.

Gerçi zerre kadar basiretleri olsaydı, Sur`dan, Cizre`den evlerini terk ettiği halde akrabaları tarafından kendilerine sahip çıkılan on binlerce mağdurun gördüğü bu fedakârlığın adının İslam olduğunu bileceklerdi. Yine kalplerinde ufacık bir iman kırıntısı olsaydı, bu kadar eziyet çektirilmesine rağmen halkın gösterdiği sabır, sağduyu ve metanetin İslami köklerden kaynaklandığını bileceklerdi.

Gelişen iletişim ve sosyal medya araçlarıyla beraber, nesil yenilendikçe yalana dayalı propaganda da eskisi kadar tutmuyor.

Ve devlet içinde kendilerine her türlü krediyi veren klikler de bu aralar pek elverişli değil. Geriye Yüksekdağ`ların sırt dayama adresleri kalıyor.

 Hatta fantastik bir kurgu gibi gelebilir ama yakında PYD karşıtlığı üzerinden Türkiye ile Suriye rejiminin bir şekilde buluştuğunu duyunca şaşmamak gerekir.

Hem de, israil ile suni ve geçici olan bütün sorunlarını halledip eskisinden daha da sağlam dost ve müttefik olma azmindeki laik bir Türkiye, küresel güçler için ölmek üzere olan yaşlı ve tükenmiş bir örgüt karşısında nazı çekilecek pozisyondadır.

Eh şimdi tüm bunlara bakınca çok harfliler için geriye tek bir seçenek kalıyor: Çözüm sürecini eski haliyle tekrar diriltmek. ABD ve AB de bundan sonra bu konuyu çok daha fazla gündeme getirecek ve bunun için şartları zorlayacaktır. Hatta AB`ye vizesiz seyahat için öngörülen şartlar konuşulurken, hem bu konudan hem de HDP`li vekillerin dokunulmazlıklarından bahsedilme ihtimali de düşük değildir.

Dediğimiz gibi batı için ilerde sürekli işe yarayacak demokratik barışsever(!) malum kesimin dağlı akbabalarla düşürüldüğü helaketten çıkarılıp tekrar barajı aştırmanın tek yolu, çözüm sürecindeki mutabakata ivedilikle geri dönülmesidir. Bunun için de hükümet içinde Beşir Atalay gibi Erdoğan`ı zorlayacak bir takım etkili isimlerin çok dikkatli biçimde devreye sokulması gerekiyor ki, bu konuda titiz bir gayretin yürütülmediğini söylemek zor.

Öte yandan bundan böyle batı dünyası tarafından Türkiye`nin önüne iki seçenek konacaktır: Ya Kemalizm`in ilkelerine bağlı kalmaya devam edeceksin ya da merkezinde patlayacak bombalar gibi bir çok güvensizlik ateşiyle yanacaksın.

Dolayısıyla ya çukur sahiplerini ortadan kaldırmaktan vazgeçip onlarla kuzu kuzu anlaşacaksın ya da Kemalizm`le uğraşmayacağına dair açık işaretler vereceksin.