“Muhakkak ki insan, kendini kendine yeterli görünce mutlaka azar.”(Alak suresi 6-7)

Ayet-i kerime insana dair bir hakikati adeta üstüne basa basa defalarca pekiştirerek söylüyor. Ve azabilir de demiyor, kesinlikle azar, azgınlaşır, tuğyan eder, kendisini ilah gibi görür diyor.

Kendisine yemin edilen şu ahir zamanda, yani enaniyet asrında yine Üstadın dediği gibi nefislerin alabildiğine firavunlaştığı bir devirde sanki yukardaki ayetin mefhum-u muhalifinin, meselenin çözümü olduğunu unutuyor gibiyiz. Madem ki, kişinin kendini kimseye muhtaç görmemesi, azdırıyor, o halde muhtaçlığımızı neden konuşmuyoruz ki?

İnsan olarak belki birbirimizin dilencisi değiliz ama birbirimizin hava gibi, su gibi, nan gibi fukarası olduğumuz da bir vakıadır. Birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve şefkat göstermede müminleri bir vücuda benzeten Allah Resulü(sav), o bedenin bir organı hastalandığında diğerleri onun için uykusuz kalır, acı çeker diye de izah ediyor. Şimdi sen, sendeki acılarımdan haber ver, ben, bendeki acılarından. Şimdi sen, ahım için uykusuz kaldığın geceleri say ben de senin ahın için secdede senin için gözyaşı döktüğüm seccademde sabahı edeyim.

Muhtacız kardeşim, mezhebi, meşrebi, mesleği, menşei, milliyeti ne olursa olsun din kardeşimize muhtacız, duasına, selamına, arkadaşlığına, komşuluğuna, sırdaşlığına, hatırlatmasına, öğüdüne, kısaca varlığına muhtacız. İster uzak olsun ister uzak dursun, kalbin haritası var mı ki? Efendimiz(sav), güzel ahlâkı, “Sana gelmeyene gitmen, seni sormayanı sorman, seni mahrum edene ihsanda bulunman” diye açıklamışken bizim felsefemiz, nefsimizin vekilliğinden başka nedir ki?

“Kusura bakma da..” diye başlayan cümlelerin tellalı kardeşim, asıl sen kusura bakma. Sen bana ben sana muhtacım. Yol göster bize, yolu kapatma. İnsana ayıbı yeter de artar, yeter ki Settar olan yırtmasın perdemizi.

Birbirimizde hayat iksirimiz saklı ve kurtuluşumuz bir kelime ama harfleri kendimizde değil, kardeşlerimizde. Cennet türlü türlü, ama kilitleri kardeşlerimizde. Akıbetimiz meçhul ama pusulası kardeşlerimizde. İnan ki kardeşim, dünyanın hepsine sahip olacaksın ama kardeşinin selamı, affı, ilgisi, muhabbeti, merhameti, duası, sahiplenmesi, tebessümü, tesellisi, tavsiyesi, istişaresi vs. olmayacak deseler o dünya kaç para eder?

Hangi alet, hangi teknoloji, hangi konfor veya kolaylık bizi kendimize yeterli kılabilir ki. Tam aksine bizi birbirimize daha da muhtaç yapmakta değil midir?. Sahi ey insan, ey Müslüman! sen o yenilediğin koltukları, kimler otursun diye aldın ki.? O akıllı telefonu kimlerle görüşmek için aldın? Ya da o arabaya kimleri ziyaret etmek için biniyorsun ki.?

Sen o cemaatle kıldığın namazın kâr edeni değil misin? Sen, sevindirdiğin kardeşin yüzünden sevindirilen kul değil misin? Sen Allah için kardeşlerine infak ettiğinde kendisine de infak edilen değil misin? Sen cenazesi kardeşleri, dostları tarafından defnedilecek olan aciz bir müstakbel ölü değil misin? Sen hangi ıssız dağda ya da çölde tek başına yaşayabildin ki? Sen kaç sevincini öyle sır gibi sadece kendine saklayabildin ya da kaç üzüntünü öyle kaçırabildin ıssız tenha köşelere..?

Evet, Rabbimize muhtaç olmadığımız hiçbir an düşünülemez. Amenna ama peki kardeşimize, yani evimizin diğer tuğlalarına, vücudumuzun diğer azalarına ihtiyaç duymadığımız kaç saniye düşünülebilir? ‘Gözüm olmadan da olur ‘diyebilecek bir göz sahibi yoksa şu beşer aleminde, görmediğimiz kardeşliğimiz bizi kör etmesin sonra..

Eh mademki birbirimiz olmadan hiçbir şey değiliz. O halde “ezilletin alel müminin” sofrasında şimdi galibiyet tatma vaktidir. Ve mademki birbirimizin ilacı ve dermanıyız. O halde şimdi “ruhemau beynehüm” ile fetihlere yürümenin vaktidir.

Mekke böyle fethedildi. 1385. yılı mübarek olsun, Rabbim o fetih ruhundan tekrar üflesin. Amin