Baharın gelişi dünyanın her yerinde çok eski zamanlardan beri farklı isimlerle ve birbirine yakın zamanlarda kutlanıyor. Nevruz ise, eski İran`lıların yani Mecusilerin dini bir ritüeli sayılmış ve o dönem İslam alimleri tarafından şiddetle nehyedilmiş.

Ancak bugün gerek nevruzun mecusilikten ayrı tasavvur edilmesi,  gerekse Mecusiliğin İslam alemini etkilemekten uzaklaşıp neredeyse silinip gitmesi nevruzla ilgili şiddetli yasağı tartışılabilir hale getirmiştir.

Nevruzun anlattığı manaya farklı roller yüklenerek bir takım cahiliye adetlerini yayma ve sergileme karnavalına dönüştürmenin de tabi ki savunulamayacağı açıktır. İslami kesimlerdeki yaklaşım, Nevruzun kendisi değil de kullanıcıları ve kullanım biçimleriyle alakalı olunca, reddetme veya kabullenmeme asli delillere değil fer`i delillere, onların da belki en zayıfı olan maslahata dayanmış olmaktadır.

Bediüzzaman`ın talebelerinden Muhsin Alev, Üstadın, kırda köpeklere ekmek parçası verip, “Bugün, bu Nevruz bayramından bu köpeğin bile bir hissesi vardır. Bahar mahlûkatın bayramıdır. Biz de onların bayramına iştirak edelim” dediğini ve çok sevinçli bir hali olduğunu nakleder.

Arabistan, Yemen, Mısır, Kuzey Afrika ve Müslümanların yoğun yaşadığı diğer coğrafyaların çoğunda kış mevsiminde yaşanan zorluklar ile İran, Afganistan, Anadolu ve Kürdistan gibi biraz daha kuzeyde, dağlık ve yüksek bölgelerin yaşadıkları zorluklar elbetteki birbirinden farklıdır.

Kar yağmaya başladıktan sonra aylarca yolu kapanan bir bölgede cemrenin havaya düşmesi bile öyle bir umut ve sevinçtir ki, bir de bütün renkleriyle, kolaylığı ile, bereketi ile baharda, insanların rahat bir nefes almaya başladığı Mart-Nisan ayının gelişi anlatılmaz-yaşanır türünden bir ferahlık olsa gerektir.

Şüphesiz ki İslamın iki temel bayramı vardır ve bunların üzerine aynı mana, aynı misyon, aynı kabul ve isimle bir bayram daha eklemek iyi niyet alameti değildir. Kaldı ki asıl bayram, Hz. Ali(kv)`nin buyurduğu gibi; “Günah işlemeden geçirdiğimiz günümüzdür.” Ancak baharı lütfeden Rabbimize şükür kabilinden bir sevincin adına bayram denilmesi bundan farklı bir durumdur.

Cennete girenlerin; “Bizden üzüntü ve sıkıntıyı gideren Allah`a hamd olsun ; şüphesiz ki Rabbimiz çok bağışlayan ve şükredene şükrünün karşılığını bolca verendir.”(Fatır 34) deyişi gibi, güzel bir bahar gününde şöyle yemyeşil çiçeklerle süslenmiş kırlara çıkıp: “Bizden kışın zorluk ve sıkıntısını gideren ve bizi bahara kavuşturan Allah`a hamdolsun. Rabbimiz! Şu baharın ve ve bu mevsimle bolca gönderdiğin nimetlerin şükrünü bize kolaylaştır” demek cennetvari bir hal değil midir?

Evet, nevruz diye ilan edilen günlere yakın zamanda kutlanan Kutlu Doğum Etkinlikleri de, Alemlere Rahmet Hz. Muhammed Mustafa`nın (sav) doğumunu bir anlamda bayram saymak olduğu gibi aynı zamanda tam doğrudan ifade edilmese de, nisanla birlikte kışın-karın-soğuğun, hastalıklarının, darlığının, zorluk ve meşakkatinin çekilip yerine içi ısıtan, gönülleri ışıtan, sıhhat ve afiyetin, bolluk ve bereketin gelişine de bir teşekkür kutlamasıdır.

 Hele açık alanlarda yapılan kutlu doğum etkinlikleri, belki de nevruzdan hem zaman hem kutlama biçimiyle her açıdan daha gerçekçi, daha faydalı ve daha doğru bir bahar bayramıdır. Ancak bunun böyle olması martın son, nisanın da ilk haftası arasında kutlanan nevruzun usûl olarak değil esas olarak keskin bir biçimde reddedilmesi gerektiği anlamına gelmez.

Birilerinin ısrarla Kürtleri İslami kimliğinden koparıp özgürleştirerek(!) kuru bir etnik yığına dönüştürme gayesi ile sıkı sıkıya sarılıp birtakım ahlaki yozlaşmalar ve suistimallerle çirkinleştirdikleri Nevruz, bir gün bu esaretten ve kirlerden kurtarılacaktır.

O gün Şeyh Said Efendinin, din için ve Allah için başını verdiği mücadelesinin zafere eriştiği gün olacaktır. Yine o gün uğruna 28 yıl eziyet ve işkencelere katlandığı davasının bayrak olup dalgalandığı gün olacaktır. Hem o gün, en azizlerini feda eden Hüseyin`lerin galip geldiği gün olacaktır.

Yoksa kocaman bir halkın, kendini tanrı ilan eden bir sefil ayağın özgürlüğüne kurban edilme ayini değil.