Hep kal diline takılmışız. Sanki bir şeyler anlatmak için sadece lisan ve ses gerekliymiş gibi. Halbuki “lisanul hal, entaku min lisani`l makâl” denmiştir. Yani halle bir şeyler anlatmak, dille anlatmaktan daha etkilidir. Hatta bazen olur ki, haliyle kendisini anlatan karşısında, insanın başını önüne eğip sadece susması elzemdir.

 

Somali`de açlıktan konuşmaya güç yetiremeyen kadın ve çocukların dilleri ister İngilizce ister Arapça olsun ne fark eder. Onları anlamak için tercümana gerek var mı? Ve onlar o halleriyle kendi acı durumlarını değil, aynı zamanda insanlığın da muhakkak hüsranda olduğunu anlatmış oluyorlar. Her fotoğraf, taşlaşmış kalplerden örülü modernist asrın medeniyet dedikleri vicdansız duvarından sadece yankılanıyor. Her fotoğrafın amel defterimizdeki negatifinin hangi tarafımızdan elimize verileceğini de bizim bu dünyadaki hal dilimiz anlatıyor.

Araplar, televizyon izleyicisine ‘Müşahid` diyorlar. Yarın Mahkeme-i Kübrada da,  ‘Somali`nin, Filistin`in, Mescid-i Aksa`nın, Baş açtırma zulmünün, Sevk zulmünün, ve daha çeşit çeşit zulümlerin müşahitleri` diye şahitliğe çağrılınca da, konuşturulacak olan eller, ayaklar kim bilir ne anlatacaktır.

Ve Ramazan ayı da, aslında çok şey anlatıyor ama sadece kendisinden değil. Dikkatle dinlerseniz aslında o, kendisine yapılan muameleden söz ediyor, değerinin anlaşılmadığından, kıymetinin bilinmediğinden ve tam olarak idrak edilmediğinden bahsediyor. Ramazanla üzerimize yazılan oruç yazısını iyi okuyamadığımızı söylüyor, bu aydaki dua, zikir, fikir, şükür, infak, sadaka, ve ibadet iklimini adeta haykırıyor. Ezanıyla, iftarıyla, sahuruyla, imsakıyla, teravihiyle, fitresiyle, davet sofralarıyla, mukabelesiyle, salavatlarıyla, yüzlerdeki açlığına verilen ilahi izzetiyle konuşuyor ama asıl anlattığı şey bunların ötesindedir. O, kendisinin, bizim için cehennemden kurtuluş fırsatı olduğunu anlatmaya çalışıyor ve işte şu son günleriyle adeta yalvarıyor: “İnen melekler aşkına, bin aydan hayırlı Kadir Gecesi aşkına, Kur`an hatimleri aşkına, salavatlar aşkına, iyilikler aşkına gelin affedilme günlerinde affettirin kendinizi” diyor.

Ve bugün, mübarek zamanda mübarek bir mekanın yani Kuds-ü Şerif`in günü.

Kudüs gününde aslında konuşması gereken, evvela inşa ettiği mescidle Kudüs`ü, tevhidin yeryüzü hakimiyetinin sembolü yapan Hz. Süleyman (as)`dır ve hamisi olduğu mescidin ilahi vasfını, şehre hakim kılmaya çalışan Hz. Zekeriya (as)`dır. Hem asıl konuşması gereken, çocuğunu Allah`a adayıp Mescid-i Aksa`ya teslim eden Hz. Meryem`in annesidir, kralın keyfine göre değil Allah`ın hükmüne  göre hüküm verdiği için Mescid-i Aksa avlusunda başı kesilen Hz. Yahya (as)`dır. Ve havarileriyle Hz. İsa (as)`dır. Yine Kudüs`ü fethettikten sonra orayı tam bir güvenlik yeri kılan Hz. Ömer (rh)`dir. Ve Kudüs`ü fethedene kadar kendisine gülmeyi dahi yasaklayan Selahaddin Eyyubi`dir. Yine tahtının elden gitmesi pahasına Kudüs`ü ve çevresini yahudiye teslim etmeyen İkinci Abdülhamid`dir.

Ve bugün, gözümüz önündeki bunca yetimliğiyle, mazlumiyetiyle, garipliğiyle, esaretiyle, Kudüs bize, ‘susun` diyor. Yüz yıldır yapılan zulümlerin müşahidi olduğu halde kılını kıpırdatmayanlar için,  bugün Kudüs`ten konuşmak ardır.

Ve Kudüs bizi bizden iyi biliyor. Kendi mahallesinin mescidini boynu bükük bırakanların, Mescid-i Aksa`ya sahip çıkamayacağını o çok iyi biliyor. Kendi coğrafyasının mazlumlarıyla ilgilenmeyenlerin, gözyaşlarını dindirmeyenlerin, Kudüs`ün, Mescid-i Aksa`nın, Filistin`in dertlerine derman olamayacağını çok iyi biliyor. Ve kendi bölgesinde İslam`ını, Kur`an`ını garip bırakanların, Kudüs`ü ve Mescid-i Aksa`yı gurbetten kurtaramayacağını çok iyi biliyor. İşte kendi gününde Kudüs bize bunları ve daha fazlasını anlatıyor.

O bize, vefasızlığımızın, Kudüs`e uzaklığımızdan daha büyük olduğunu anlatıyor, imkan ve fırsatlarımızın mazeretlerimizden çok daha fazla olduğunu anlatıyor işte o yüzden, Kudüs bizi bizden daha iyi biliyor ve biz Onu değil, O bizi anlatıyor.